25 Haziran 2006

EbruG'un pazar gezmesi

İTÜ Kimya Mühendisliği'nden mezunum.İTÜ kazık bir okul kabul edin.O zor şartlarda hayatta kalma ve sınıf geçme mücadelesi verirken yol arkadaşlarınız da çok değerli oluyor.Okunaklı ders notu , fotokopici sırası, laboratuar günleri, deney raporları, asistan tripleri, bitirme ödevi derken bitti çok şükür.Saydığım ve benzeri bir sürü stres toplarını arkadaşlarla ve arkadaşlar sayesinde bertaraf ettim.Ettik.
Pazar günü o kimya mühendislerinin bir kısmıyla bir tanesinin evinde bir araya geldik.Ev sahibi çiftin bir yaşına yeni giren oğluyla yaşadığım tek taraflı aşktan bahsetmiştim, hatırlarsınız.Gelen arkadaşlarım arasında doğanın çağrısını kulak ardı etmeyip evlenen çocuk sahibi olanlar da vardı.Onlara sevgili eşleri ve çocukları da eşlik ediyordu.Hatta bebeklerden bir tanesi annesinin karnında geldi.Bir zamanlar "temel işlemler dördüncü deneyi, sayısal analiz, reaktör tasarım,kondensasyon raporu,milimetrik grafik kağıdı" muhabbeti yaptığım insanlarla "normal doğum mu sezeryan mı" diye konuşmak "kekin tarifini isterim" diye kaynatmak ne acaip.Ama aynı zamanda çok güzel.

22 Haziran 2006

EbruG'dan EbruG'a


Sevgili EbruG,

Yarın (23 haziran) 30. doğumgününü üçüncü defa kutlayacaksın.Kaç yaşında olursan ol, sen hep benim küçük zerdali ağacımsın.Bu şiiri seversin biliyorum.Sana armağanım olsun.İyi ki doğdun!

EbruG









Zerdali Ağacı
Havalar güzel gidiyor
Sen de çiçek açtın erkenden
Küçük zerdali ağacım,
Aklın ermeden.
Bak kurt gibi kalın yapılı
Görmüş geçirmiş ağaçlara
Küçük zerdali ağacım,
Pişman olursun sonra.
Şimdi okşar da hafif hafif
Bir gün yerden yere çalar rüzgar
Küçük zerdali ağacım,
Bakma güzel gitsin havalar.
Sallansın dalların çocuklar gibi
Bakma güneş ısıtsın varsın
Küçük zerdali ağacım,
Sonra donarsın
Zemheri bahar mı olur
Akşamları seyret anlarsın
Sakın erkenden çiçek açma
Küçük zerdali ağacım.

Cahit Külebi

21 Haziran 2006

EbruG'dan noktasal atışlar

*Geçen hafta içinde bir akşam hemşirelerden birinde kaldım.Yemyeşil bir bahçenin ortasında dut ağaçlarının arasında müstakil bir evde uyanmak ne güzel birşey anlatamam.Balkonda yapılan uzun kahvaltının keyfini siz tahmin edin.Misafir modunda olmak ve şımartılmak da cabası.Çok iyi geldi bana bu yeşil gölgeli balkon keyfi.
Ama hepsi bu değil.Eve dönüş yolunda yaptığım Arnavutköy-Kuruçeşme sahil yürüyüşü, kemiklerimi ısıtan güneş, Boğaz, herşey çok güzeldi.Aşşk Cafe'de verilen molada Boğaz'ın serin sularının nerdeyse ayaklarıma çarptığı bir masada içilen ince belli çay.Yalnız olmanın her zaman da mutsuzluğun gerek yeter şartı olmadığını düşünmek.Bana böyle güzel bir gün başlangıcı yaşatan hemşireye gönülden teşekkür etmek.Öteki hemşireye kıskandırma mesajları göndermek ;)
Unutmayacağım bir sabahtı.Renkleriyle, ışığıyla, sesleriyle, kokusuyla, tatlarıyla ve sıcaklığıyla.Olabildiğince çok detayla kaydetmeye çalıştım hafızama.Kendimi kötü hissettiğim zamanlarda gözlerimi kapatıp hatırlamak üzere...

*Cumartesi akşamı bir düğüne gittim.Aslında düğün demeli mi, emin değilim?Cumartesi gündüz nikahlanan bir çift arkadaşımızın gelinlik ve damatlık kostümleriyle katıldığı özel bir parti...Damat fotoğrafçı gelin tur rehberi olunca davetliler de gittiğim çoğu düğünden daha renkliydi elbet.Çoğunu duymuşum, bazılarını görmüşüm ,bazı bazılarıyla yemişim, içmişim, takılmışım.Ama hepsini bir arada ilk görüşüm.
Düğünden aklımda kalanlar:Yeşil king kong peruklu damat, halay çeken japonlar, ayak üstü içilen çorba, hemşirelerle bağıra bağıra söylenen ajda pekkan şarkıları, ayağımı vuran hain ayakkabı.

*Dün akşam üzeri (21 haziran) mezun olduğum lisede 2006 yılının mezunları için tören yapıldı.Cübbelerini ve keplerini giyip mezuniyet belgelerini aldılar.Benim bu bahçede bu cübbeyi giyip aynı heyecanlı adımlarla elimdeki tek kırmızı gülle bu kürsüye ilerleyip bu belgeyi almamın üzerinden 15 yıl geçmiş!Bir eski mezun olarak katıldığım bu mezuniyet töreninde, kendisi 1975 mezunu olan ve oraya oğlunun mezuniyetini izlemek üzere gelen biriyle konuştuk.Nişantaşı Anadolu Lisesi veya tarih içinde daha bilinen adıyla English Highschool...Öyle güzel ve özel bir ortak payda ki farklı kuşakları bir araya getirebiliyor.Lise anılarının canlandığı tatlı ve buruk bir akşamdı diyebilirim.Çocuklar kepleri havaya atarken ben yine ağlıyordum.
Bu arada 1984-1991 yılları arasında bana ısrarla ters takla attırmaya çalışan beden eğitimi hocamızın hala aktif dinamik ve heyecanlı bir şekilde derslere girdiğini görmek beni sevindirdi.Ben hala ters takla atamıyorsam, artık bu benim meselem sanırım.

20 Haziran 2006

EbruG dağa çıktı, hüzün yaptı

Brokeback Mountain...Çok tartışıldı. Yurtdışında bir defileye concept oluşturduğunu bile gördüm.En son MTV Movie Awards'de "Best Kiss" ödülünü aldı.Ben filmi dün (19 haziran pazartesi) izledim.
Tek ağlayan ben miyimdir bu filmde merak ederim?
Siz o filmdeki karakterlerin boyunu posunu ve cinsiyetini bir yana bırakıp ortadaki umutsuz aşkı görmediniz mi?
Ailenin, çevrenin ve toplumun genelinin çizdiği yoldan yürürken, gerçekleşmeyeceğini bile bile hayaller kuran o insanların yıllar süren kavuşamama hikayesi içinizi acıtmadı mı?
O saklı ilişkiyi yaşamaya çalışırken daha cesur ve gözükara olanın, ilişkiyi bir adım öteye taşıma isteğinin her defasında ötekinin bazen kırıcı derecede soğuk, ilgisiz tavırlarıyla cevapsız bırakılması...Bu duygu çok mu yabancı?
Kollarını açıp kendisine sarılacağı anı hayal ederek kilometrelerce öteden geldiği sevdiği adam yüz vermeyince, o hayal kırıklığı, kızgınlık ve cezalandırma arzusuyla kendini istemeye istemeye başka kollara atma tepkisi...
Sonra o soğuk ve ilişkiyi baştan beri sahiplenmemiş görünen tarafın, hasret ve çaresizlik içinde sevdiğinin gömleğindeki kokuyu içine çekip gizli gizli ağlaması...Yapmadığımız veya tanık olmadığımız birşey mi?
Umarım bu filmi sadece taş gibi iki adamın çatır çatır sevişme sahnelerinin olduğu bir gay filmi olarak izlemezsiniz.

16 Haziran 2006

EbruG çiftlikten bildiriyor


Organik Ürün Kutu Sistemi'ni biliyor muydunuz?Ben İngiltere'den gelen arkadaşımdan duymuştum ama burada da var olduğunu yeni öğrendim.Ne de olsa bilmemek değil öğrenmemek ayıp.
Organik sertifikalı çiftlikler var.Buralarda organik tarım yapılıyor.Organik tarım demek, haşere ve hastalıklarla doğal yöntemlerle mücadele edilen tarım demek oluyor.Böylece vitaminlerini kaybetmemiş ve de zehirli kimyasallardan arındırılmış gıdalar üretilebiliyor.
Mesela bir X firması üzerinden anlatmaya çalışayım."X Çiftliği Organik Kutu Sistemi"...
Sisteme abone oluyorsunuz.Size kutu tiplerini tanıtıyorlar.Neler olabilir kutu tipleri?Sebze ağırlıklı, salata ağırlıklı, karışık, sağlık otları içeren, büyük, küçük, mevsimlik meyve içeren, vs.Kutu içerikleri belirlenirken kaliteli ve dengeli beslenmeyi sağlayacak ürün çeşitliliği ve ürünün Türk mutfağında kullanılma sıklığı göz önünde bulunduruluyor.Ayrıca ülkemizde bulunması güç sebze, salata ve baharat çeşitleri de var.(Tomatilloyu duymuş muydunuz mesela?)Tercih ettiğiniz kutunun dağıtım sıklığını da siz belirliyorsunuz.Tatil veya seyahat gibi sebeplerle aboneliğe ara verebiliyorsunuz.Bu arada kutu içerikleri sabit kalacak diye bir şart yok.İstediğiniz özel bir ürün olursa kutunuza ekletebiliyorsunuz.Kutular soğutuculu araçlarla dağıtılıyor.Ürünler 24 saat içinde tarladan evinize geliyor.Sertifikalı bir üreticiden aracısız olarak doğrudan mutfağınıza ulaşmış oluyorlar.
Evet, resimdeki güzelin ismi "Tomatillo"." Dış kabuklarını çıkartıp yıkayın. Eğer isterseniz kabuklarını da soyabilirsiniz. Tomatilloları bütün veya doğranmış olarak pişirebilirsiniz. Meyveleri üstü kapalı bir tencerede az suyla buharda 5-7 dakika kaynatın. Bu aşamada tomatillo sos kıvamına gelir ve sosun içinde küçük çekirdekler ve kabuk görürsünüz. Karışımı istediğiniz yemeğe ekleyebileceğiniz gibi tuz ve biberle tatlandırıp acı biber ekleyerek yemeklerinizin yanında garnitür olarak da kullanabilirsiniz."

14 Haziran 2006

EbruG birgün evden çıkar ve...sonra geri gelir


13 Haziran Salı günü saat 13:00 gibi evden çıktım.Dolmuşla Taksim'e geldim.Sen Antuan Klisesi'nin Karşısındaki Elhamra Pasajı'nın içindeki Karşı Sanat Galerisi'nde "40 Ayna" diye bir sergi var.Niyetim onu görmekti.40 tiyatro oyuncusunu, yarattıkları karaktere geçiş kapısı ve sahneye çıkmadan önceki son hesaplaşma alanları olan aynalarla birlikte fotoğraf sanatçısı Muammer Yanmaz'a poz vermiş. 40 Adet siyah beyaz fotoğraftan oluşan sergide; Ali Poyrazoğlu, Arsen Gürzap, Ayla Algan, Bülent Emin Yarar, Can Gürzap, Cihan Ünal, Cüneyt Türel,Çiğdem Selışık, Demet Akbağ, Engin Cezzar, Erol Günaydın, Erol Keskin, Genco Erkal, Gülriz Sururi, Hadi Çaman, Haldun Dormen, Haluk Bilginer, Işık Yenersu, Köksal Engür, Macide Tanır, Mahir Günşıray, Mehmet Akan, Meral Çetinkaya, Metin Serezli, Müjdat Gezen, Münir Özkul, Nedret Güvenç, Nejat Uygur, Nevra Serezli, Rasim Öztekin, Rutkay Aziz, Selçuk Yöntem, Sumru Yavrucuk, Tilbe Saran, Uğur Polat, Yıldız Kenter, Yılmaz Erdoğan, Zafer Ergin, Zeliha Berksoy ve Zuhal Olcay’ın fotoğrafları var.
Sergiye gittim.Karşı'da aynı zamanda bir de resim sergisi vardı.Nalan Yırtmaç ve Fulya Çetin isimli iki sanatçının çok ilginç ve bence eğlenceli resimleri vardı.40 Ayna sergisindeki fotoğrafların çoğunu gazetede gördüğümü farkettiğimden, diğer resim sergisi benim için çok hoş bir sürpriz oldu.Olmasaydı belki de hayal kırıklığıyla çıkacaktım Karşı'dan.
Oraya kadar gitmişken Sen Antuan'da mum dikmeden olmaz.Allah hepimizin dualarını kabul etsin.
Kiliseden çıkınca çaktırmadan bol bol yağan yağmurun altında leopar desenli şemsiyemle Tünel yönünde yürümeye devam ettim.Şimdi'ye vardım.Bir kahve söyledim ve arkama yaslandım.Güzel mekan.Kahve 4 mio.Çıkarken kapının yanındaki broşürlerden birinde çok uzun zamandır rastlamadığım bir tanıdığımın adını bir takım sanatsal faaliyetlerin içinde gördüm.Eh en azından yaşıyormuş ve sanat yapacak durumdaymış, öğrenmiş oldum :)
Dönüş yolunda meydana doğru yürürken İstiklal Caddesi'ne soldan bağlanan sokaklardan birinde "Carnival" diye biryer hep görmekteydim.Gidip yakından baktım.O sokağın devamında sıcak yaz akşamlarında hoş olabilecek mekanlar gördüm.İstiklal'e geri döndüm.Yukarı yürümeye devam ederken Rejans'ın olduğu çıkmaz sokakta "Gölge Kahve " diye başka biryer gördüm.Bomboştu ama çok kafa dinlenecek kaçış için uygun biryer gibi göründü.Denemek lazım.Odakule'ye çok yakın.Pratik biryer.
Odakule civarındayken Pera Müzesi'ndeki sergiye bakayım dedim."Portreler" fotoğraf sergisi vardı.Güvenlik kapısından laylaylom ben buraların yabancısı değilim hep gelirim rahatlığıyla geçtikten sonra danışma-resepsiyon gibi olan yerdeki adam "stop" dedi.Giriş olmuş mu sana 7 mio ,Mayıs itibariyle.Eski giriş ücreti 0 (sıfır) liraydı.Geçiyordum uğradım ruh halimden bir çırpıda sıyrıldım."Hmm, hık, mık, cık cık cık" yaparak filmi geri sardım.Pera Müzesi'ne hiç girmemişim gibi İstiklal Caddesi'ne katıldım.İstiklal'e giriş hala ücretsiz.Hergün halk günü.Halbuki 72 millet bir arada.Her an ayrı bir enstalasyon.Açıkhava müzesinin en büyüğü burda.Umarım yetkililer uyanmaz bu duruma.
Starbucks'ın devasal kadife koltuklarında arkama yaslandığımda ayaklarım havada kalıyor.Ayaklarımı sallayarak 2,5 mio'ya yeşil çay içtim ve bunları yazdım.Neden bilmiyorum, belki de suça eğilim, bir avuç dolusu kahve çekirdeği çalarak sıvıştım.Kendimce heyecan yaptım.
Taksim civarında oturan bir arkadaşımla buluşmak üzere Kaktüs'e giderken haftaya nikahı olan başka bir arkadaşıma bezgin bekir modunda elinde bir deste davetiyeyle ıslanırken rastladım.Bir uzak akrabayı daha bulmak üzere gözden kayboldu.Kaktüs'de içtiğim çayın ve sodanın parasını centilmen arkadaşımın ödemesine izin verdim.Dünya Kupası, geçim derdi ve benim baz istasyonu mücadelem ekseninde konuştuk güldük.
Yağmurun altında evlere dağıldık.

10 Haziran 2006

EbruG'un yeni bloguyla tanışın lütfen

Bu baz konusu burayı kastı.Biraz da uzun sürecek gibi gözüküyor.Bir de düşündüm ki baz istasyonu günlüğümü başlı başına ayrı bi yerde tutayım.Belki günün birinde birinin de işine yarar.Ya da ne bileyim, baz bloguna bakıp, aylardır bir arpa boyu gitmemişiz diye kendimizi üzecek yeni bir konumuz olur.
Bayanlar, baylar!EbruG'un baz istasyonu günlüğüyle tanışın lütfen :

http://ebrug-baz.blogspot.com

08 Haziran 2006

EbruG'un hayatında biri mi var?

Birkaç ay önce biriyle tanıştım.Bir erkek.Onu ilk gördüğümde yağmur yağıyordu.Biraz yürüdük ve ben onunla kaldığı otele gittim.Sonra birkaç kez daha otelde buluştuk.Girişteki İtalyan lokantasında müthiş yemekler yiyip, dinlenmek üzere odaya çıkıyorduk.Saatlerce onu izleyebilirdim.Gülüşünü, güneş vurunca kıstığı gözlerini,kendine has mimiklerini.Şimdi düşünüyorum da beni doğallığıyla bu kadar etkiledi sanırım.Bir de tabi o eşsiz kokusuyla.İlk gördüğüm andan beri ona sarılıp uyumanın nasıl birşey olduğunu hayal ediyorum.Otelden çıkıp yeni evine taşınınca onu ev ortamında görmeye başladım.Böyle olunca daha çok şey paylaşma imkanımız da oldu.Müzik dinleyip dans ettik.Çok güzel dans ediyor.Birkaç gün önce onun için alışveriş yaptık.Fotoğraf çektik.En son olarak da Dolmabahçe'den denizi, martıları ve tekneleri izledik.

Bu adam henüz 11,5 aylık.Çok sevdiğim arkadaşlarımdan birinin oğlu.Bu dünyadaki en güzel şeylerden biri.Ne ismini söylemeye ne de buraya resmini koymaya kıyamıyorum.

Öpüyorum seni küçük sevgili :)

07 Haziran 2006

EbruG'un bazlı günleri...never ending story

Karşı binamızda yükselen baz istasyonuyla sizi tanıştırmıştım hatırlarsınız.Sağlığa zararlarından, kanserden, tümörden birsürü sevimsiz konulardan bahsetmiştim.

O istasyonu - o binada oturan kiracılar dahil- kimse istemiyor.

Binada oturmayan bina sahibi ise baz istasyonu anlaşmasıyla aldığı birkaç bin doların sarhoşluğuyla kiracılarına burda anlatamayacağım tepkiler veriyor.

Telekomunikasyon Kurumu'na yazdiğimiz yazıya cevaben, "kardeşim, ben baz istasyonuna kurulduğu an geçici sertifika veririm, sonra bir ara gider ölçümlerini yaparım, uygunsa kalıcı sertifikasını veririm, değilse kulağını çekerim, ayarını yaparım" anlamında bir yazı aldık.Bir kıvırma var, evet.

Bu arada baz istasyonunun kabul edilen değerler arasında olması da bizi kesmiyor doğrusu.Çünkü bilinen bişey varsa o da şu ki, o değerler arasında olması bunların tamamen zararsız olduğu anlamına gelmiyor.Diğer bir bilinen ise, bizim gibi birçok komşumuzun o baz istasyonuyla ömrümüz yettiğince zorunlu komşuluk yapıyor olacağı.Yani, üç gün veya beş ay değil yıllaaaaarca beynimizin dibinde ziv ziv ziv...

Efendime söyleyeyim, Telekomunikasyon Kurumu'ndan aldığımız yanıttan sonra, mahalle muhtarlığına, kaymakamlığa, Beşiktaş Belediyesi'ne altında toplu imzalar bulunan yazılar, dilekçeler gönderdik.

Ne yazık ki hepimiz körüz de karşımızdaki filin biyerini tutup "hmmm" diyor ve fil denen şeyin ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibiyiz.Muhatabımızı halen bulamadık.

Bu arada "sen kiminle dansettiğini sanıyorsun" derler ya filmlerde, aynen o hesap.Biz memleketin en güçlü iki GSM şirketine hesap sormaya, kafa tutmaya çalışıyoruz.Bünyelerinde en kurt avukatları süper maaşlarla barındırıyorlar, televizyon ve gazetelerin en ballı reklam vericilerindenler.Sesimizi duyurmak için bir televizyon kanalını arasak dediğimizde, o büyük kanallardan birinden aldığımız off the record bir samimi yanıt, "kendi içimizde ters düşmüş oluruz"du.

Son durum, 10 Haziran Cumartesi günü binanın önünde toplanacağız.Derdimizi birilerine anlatmaya çalışacağız.

04 Haziran 2006

EbruG'un kirpiğinde

Kirpiğimde düşmeden duran bir damla yaş ve titreyen detone sesimle söylüyorum.Hiç kimse kusura bakmasın.

Yoksun yine varlığım sürünüyor
Sensizliğim bilinmiyor
Sen gittin gideli ellerim hep titriyor
Kalbim bu acıyı saklıyor

Yıllar sonra bile hiç kimseye söyleyemedim
Bu sevdayı kalbime gömdüm ve sen öldün
Şimdi eşim dostum beni hastayım sanıyor
Yastayım ama kimse bilmiyor

Seni son gördüğüm yerde yıllar sonra

O gün geldi yine aklıma
Bu kez bir elimde kızım içimde fırtına
Göçüp gittiğin o yolda

Sen varmışsın gibi gibi her gece ışığı kapatmadım

Gel gör ki ben hala yokluğuna alışamadım
Şimdi eşim dostum beni hastayım sanıyor
Yastayım hiç kimse bilmiyor

Bugün doğum günün yanında değilim
Bu yüzden hiç iyi değilim
Yaşlandım artık bıraktığın gibi değilim
Üstelik bir kızım var evliyim

Çok zor o kadar yıl sonra itiraf etmek
Bu aşkı bertaraf etmek
Yaşasaydın sana söyleyecek çok şey vardı
İsterdim bak unutmadım demek

Ferhat Göçer'in albüm satışına büyük katkı sağlayan "Yastayım" isimli bu duygusal şarkının söz yazarı Ercan Saatçi.

EbruG baobabları anlatıyor


Okan Bayülgen'in fotoğraf sergisine gittim.Zekai Demir isimli bir fotoğrafçı arkadaşıyla birlikte Madagaskar'da çektiği fotoğraflardan oluşan bir sergiydi.Serginin adı "Baobab Yolu"ydu.Baobab bir ağaç türü.Fotoğrafların çoğunda var.Çok garip ve heybetli bir ağaç.Gövdesinin çok büyük bir kısmında dal veya yaprak yok..Dallar ağacın tepesine çok yakın bir seviyeden çıkıyor .Tanrı bu ağacı yarattığında, baobab ağacı "vay be ne kadar güzelim, çok büyüğüm ,çok etkileyiciyim" diye havaya girince ,ders olsun diye Tanrı onu topraktan söktüğü gibi tepetaklak tekrar dikmiş.Efendim tepesinde gördüğümüz, gövdesine göre oldukça gösterişsiz dallar budaklar kökleriymiş yani cezalandırılmadan önceki halinde.
Allah Baba bizi kayırıyor heralde insan cinsi olarak.Yoksa çevremizde birsürü amuda kalkmış tipler olurdu diye düşünüyorum.Canlıların en akıllısı olarak bu baobab kardeşlere bakalım ve ders alalım bence.Bir anda tepetaklak olabilir, dünyaya hiç bakmadığımız bir açıdan bakmak zorunda kalabiliriz.Bakalım o zaman da bu ağaçlar gibi sağlam kalmayı başaracak mıyız?