29 Ocak 2011

Doğumgünü

Bu seferki yazı alıştırması için bana bir başlangıç, bir de bitiş cümlesi verildi. Şöyle:
"Hastanenin bodrum katındaki küçük odada beş kişiydik............................................................................"Halsiz başını yastığına koyarak gözlerini bembeyaz tavana dikti."

Bakalım neler olmuş iki cümle arasında...

************************************************************************
Hastanenin bodrum katındaki küçük odada beş kişiydik.Gözlüklü, orta yaşlı ve ciddi suratlı adamın tıp dünyasından olduğunu düşündüm veya umdum.Kapıda duran ve dışarıyı kolaçan eden yağlı saçlı, ince bıyıklı genç adamın ise hastabakıcı olduğu üzerindeki kirli gri önlükte yazıyordu.Ben, Dilara'nın yanında olmak için ve biraz da meraktan burdaydım.Eda, Dilara'nın arkadaşıydı, onun ikinci gelişiydi.On dört yaşındaydık.Çocuklukla gençkızlık arasındaki arafta.İkisi de çok akıllı kızlardı ama bir süredir kafayı fena halde güzellik konusuna takmışlardı.Bu dünya, güzellerin dünyasıydı.Kapılar onlara açılır, onlar alkışlanır, gıpta edilirdi.Bir kadın, şirkette yönetici de olsa manken gibi bir vücuda, ipek gibi saçlara, bebek gibi bir yüze sahip olmalıydı.Çocuğunu parka götüren annelerin bile saçları fönlü, ayakkabıları topuklu değil miydi?Ve erkekler...Kaç yaşında hangi konumda olurlarsa olsunlar, kendileri yüz kilo da olsa hep güzel kadının peşindeydiler ve daha güzelini bulduklarında ellerindekini rahatça bırakırlardı.
Bugün de bir güzellik meselesi için buradaydık.Kızlar üst dudaklarına silikon yaptıracaktı.
Dilara omuzlarına kırmızı bir şelale gibi dökülen saçları, iri kahverengi gözleri ve fondötenin altında saklı çilleriyle zaten yüzüne bakmaktan büyük keyif alınacak bir kızdı.Heyecandan gözlerini kırpıştırdıkça uzun kirpikleri nazlı bir yelpaze gibi inip kalkıyordu.
Eda, Dilara'ya göre daha uyanık bir tipti.Dünyanın gerçeklerine ilk o uyanmıştı.Eczanelerde satışı yasaklanan malum zayıflama haplarından bulmuştu o yağlı saçlı hastabakıcı ona.Hızla kilo vermiş, zayıflayınca kendini baştan yaratmıştı.Tombul ve şeker bir kızken görünmez olan Eda, şimdi herkesin gördüğü, görmeyenin pişman olduğu bir afetti.İlaçları kullandığı dönemde panik atak krizleri, hafıza zayıflıkları, uyku bozuklukları yaşamıştı.Şimdi en büyük fobisi tekrar görünmez olduğu günlere dönmekti.Bu yüzden çoğu zaman aç gezer, az birşey yediğinde bile suçluluktan kıvranırdı.
Orta yaşlı, ciddi suratlı adam her ikisinin de üst dudaklarına bir kaç yerinden iğne yaptı.Dilara'nın acıdan gözleri yaşardı, rimeli akmasın diye çok çaba sarfetti ama yanaklarından aşağıya siyah göz yaşları süzüldü.İki adam geldikleri şekilde, sessiz ve sakin, gittiler.
Hastanenin bodrum katındaki bu küçük odada alışverişimiz sona ermişti.Para vermiş, karşılığında güzellik, özgüven, kabul görme, onaylanma almıştık.
Tuvalete gidip makyajlarımızı tazeledik.Dudaklara önden, yandan, uzaktan, yakından uzun uzun baktık.Ben ne onlar kadar güzeldim, ne de onlar kadar havalı.Ama kıyafetlerim, çantam, saatim onlarınkinden daha pahalıydı.Çünkü babam onların babalarından daha zengindi.
Babam bu ülkenin en iyi boşanma avukatlarından biriydi.En iyiydi çünkü dava sonunda - kendi deyimiyle- adamın ayağındaki donunu bile alırdı.Eda'nın annesiyle babasını da o boşamıştı.Annesiyle birlikte yaşan Eda babasını en son ne zaman gördüğünü hatırlamaz, bunu da kafaya pek takıyor görünmezdi.Harçlığını düzenli olarak alıyor, annesinin kredi kartını dilediği gibi kullanıyordu.Bakalım bu akşam bana ne hediye edecekti.Evdeki doğumgünü partime geleceği için çok heyecanlıydı.Bunun benim bir yaş daha büyüyor olmamla ( Allahım, ne korkunç bir kelime...büyümek!) hiç ilgisi olmadığını biliyordum.İsviçre'de ekonomi okuyan kuzenimin de doğumgünümü kutlamaya gelecek olması duyduğundan beri Eda'nın yanaklarını kızartıyordu. Eda kendisinden büyük erkeklerin ilgisini çekmek, beğenisini kazanmaktan büyük zevk alır, kara kaplı "sıradan zaferlerim" defterine yeni bir isim ekledikçe bu konulara olan iştahı artardı.Kuzenim Emre'nin o deftere gireceğine ihtimal vermiyordum. Hatta bence Emre'nin cüzdanında taşıdığı "kırdığım kalpler" listesine bu akşam yazılacak birkaç isimden biri Eda olabilirdi.
Silikon kankaları hayatta giymeyeceğim tarzda ayakkabılar satan bir dükkanın önünde bıraktım ve matematik dersime yetişmek üzere bir taksiye atladım.Dört aydır Elif Abla'dan özel matematik dersi alıyordum.Her cumartesi Elif Abla'ya gitmek benim için dersin dışında başka bir deneyimdi.O , Eda veya Dilara gibi değildi. O benim hayatımdaki hiçkimse gibi değildi. Elif Abla'ya gittiğimde ayakkabılarımı çıkarıyor, onun verdiği eski soluk renkli ev terliklerini giyiyor ve doğruca ellerimi yıkamaya gidiyordum.Küçücük banyodaki renk renk plastik kovalar, leğenler, işlemeli havlular, üzerinde bir ilaç firmasının adı yazan saat, yerdeki el örgüsü orlon paspas her defasında ilgimi çekerdi.Elif Abla'nın annesi banyonun karşısındaki odada yatardı.Uyumadığı zamanlarda yatağının içinde oturup dua kitabı okuduğunu gözlerini kapayıp başını yukarıya kaldırarak iki yana sallana sallana birşeyler mırıldandığını görürdüm.Bazen yanında yine onun gibi başları örtülü iki kadın daha olur, üçü sessizce dua ederdi.Elif Abla'nın çok ağlamış ve çok yorulmuş gözlerinden annesinin ağrılarının arttığını ve onları yine uyutmadığını anlardım.
O gün gittiğimde Elif Abla'ların apartmanında herzamankinden farklı bir hareketlilik vardı.Kapının dışında bir sürü ayakkabı gelişigüzel bırakılmıştı.İçeriye girmek için birkaç tanesinin üstüne basmam gerekti.Aslında ne olduğunu anlamıştım ama banyonun karşısındaki odada Sevim Teyze'nin yatağını boş görmek içimi çok acıttı.Elif Abla başında annesinin örtüsüyle susuz bırakılmış bir çiçek gibi mahzun, bitkin oturuyordu.Beni gördü ama yerinden kalkamadı.Ellerine ayaklarına ağırlık bağlanmış gibiydi."Elif Abla" dedim, başka da bir ses çıkmadı kuruyan boğazımdan.Sonra birşey oldu, beni görünce birşey hatırladı gibi, Elif Abla beni elimden tutup annesinin odasına götürdü."Bu eve haftanın hergünü bir öğrencim gelir Defne" dedi."Ama annem içlerinde en çok seni sevmiş anlaşılan, bak bunları sana vermem için hazırlamış.Lütfen bunları Sevim Teyze'nden sana bir doğumgünü hediyesi olarak kabul et, nice yıllara canım"
Sevim Teyze'nin yatağının kenarındaki eski sandalyede kucağımda köşeleri işlemeli beyaz küçük bir bohçayla kalmıştım.Tüy gibi hafif, yeşil, ipek bir başörtüsü çıktı bohçadan.Kenarları dantelli bir havlu ve el örgüsü bir çift patik ile birlikte.Sanki odanın içine baygın bir gül kokusu doldu.Midem bulandı.Hayatımda ilk defa , tanıdığım biri ölüyordu ve ben ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.Elif Abla'ların alt kat komşusu olduğunu bildiğim zayıf esmer kadın kemikli kuru elleriyle bana plastik bir tabağın içinde sıcak irmik helvası uzattı.Kadının ellerinin manikürsüz ve pütür pütür olduğunu farkettiğim için kendimden nefret ettim.Gözümü kapatmak ve açtığımda bildiğim tanıdığım rahat ettiğim küçük renkli dünyamda olmak istedim.
Gözümü kapattım.
Gözümü açtığımda karşımdaki duvarda British Museum'dan aldığım takvimi gördüğüm.Doğumgünü tarihim pembe parlak bir dairenin içindeydi.Bir şekilde eve getirilmiştim.Aynı Elif Abla gibi birden aklıma hediyelerim geldi.Yataktan fırladım.Sevim Teyze'nin bohçası tuvalet masamın üzerindeki bir sürü ıvır zıvır incik boncuğun arasında, bizim kolejin bahçesindeki burslu bir öğrenci gibiydi.İpek örtüyü boynuma doladım."Gel" dedim."Sen bana bu dünyada kendimizinki dışında da dünyalar, hayatlar, dertler, neşeler olduğunu hatırlatacaksın.Bu yıl aldığım en anlamlı hediyesin sen." Başım döndü, biraz daha yatsam iyi olacaktı.Yatağa sendeleyerek yürüdüm.Halsiz başımı yastığa koydum, gözlerimi bembeyaz tavana diktim. Büyümek istemiyordum.