27 Mart 2011

Gitmek

Atatürk Havalimanı'ndayım.Burda olmamın sebebi Amerika'dan gelecek olan kardeşe karşılama sürprizi yapmak gibi görünse de aslında öyle değil, itiraf ediyorum.Burdayım çünkü Atatürk Havalimanı benim İstanbul'da en sevdiğim yerlerden biri. Bir kafede oturup etrafımı izliyorum.Önümden geçenlerin hangisi gelici hangisi gidici anlamaya çalışıyorum. Pantolonlarının diz arkası akordiyon gibi olmuş olanların epey uzak biryerlerden gelmiş olabileceğini düşünüyorum.Hayatında ilk defa bu şehre gelen neşeli, gürültülü, rengarenk kıyafetli bir ergen grup gözüme çarpıyor.-Umrenin mi yoksa uçağa binecek olmanın mı bilemedim- heyacanı yüzlerine yansımış amcalar ve teyzeler geçti az önce. O amcaları ve teyzeleri yolculamaya gelmiş onlardan beş kat fazla telaş yapan yakınlarıyla birlikte. Yarın saat kaçta Endonezya'da olacağını, o zaman burda saatin kaç olacağını, kimbilir kaçıncı kez babasına telefonda anlatan bir genç adam gördüm.İsteksizdi. Mecburiyetten yapılan bir seyahat demek ki. Kocaman bavullarını tıkır tıkır çekiştiren yüpyüksek topuklu ayakkabılarının üzerinde zorlanmadan yürüyen hoş hatunlar gözden kaybolurken baharatlı egzotik kokularını ister istemez içime çektim. ...Uçağa binmeden önceki son 1-2 saat ne güzeldir.Bavulunu vermişsindir.Elinde kitabın, bedenen burda olsan da kafan çoktan varmıştır gideceğin yere. Uçaktan inince tren biletini nerden alacağını, bavulla metroya nasıl binip, nerde aktarma yapıp öbür hatta nasıl geçeceğini planlarsın.Yağmur yağsa da yağmasa da yolu uzatıp o nefis parkın içinden geçmeyi , evlerin bahçelerindeki güllere hayran hayran bakmayı hayal edersin. ...Çok farklı bir enerjisi var havaalanının.Çok mutlu da var burda, çok üzgün de.Cesur da çok, çaresiz de. Birazdan bir uçağa binip biryerlere gidecek olmayı çok isterdim şuan.Tüm sıkıntıları, zorunlulukları, ayıp olmasınları, millet ne derleri, burun kıvırmaları, dudak bükmeleri, hepsini burda bırakmak ve gitmek.