Akşam üzeri Nişantaşı’nda yemek yiyip bir iki vitrin bakmis, Hüsrev Gerede yokuşundan aşağı yer çekimi kanununa uyarak kendimi bırakmışken bir apartman girişinde oturan genç bir çocuk seslendi.Afedersiniz, bakar mısınız.Bir iki adım ötesinde durdum ve omuzumun üstünden başımı çevirip “bişey mi satıyorsun” diye sordum.Kem küm etti, bir şey de satıyorum evet ama aslında konuşmak istemiştim dedi. Döndüm ve yaklaştım.Mimar Sinan Üniversitesi’nde tiyatro öğrencisi olduğunu ve yeni bir oyun sahneye koymak için paraya ihtiyacı olduklarını anlattı .Siz şimdi bu çocuk oyuncu madem, özgüveni çok yüksek dersiniz ama öyle değil.Örneğin şu an çok heyecanlanıyorum sizinle konuşurken diye itiraf etti.Tamam panik yapma, acele etme, anlat yavaş yavaş, dinliyorum ben diyerek rahatlattım.
Mesleğimi öğrenmek istedi ve herkes gibi önce öğretmen sonra da bankacı mısınız diye tahmin yürüttü.Gerçeği öğrenince de, hmm siz hep böyle ciddi işler mi yaptınız, hiç abidik gubidik işler yapmadınız mı diye sordu.Yaşımı öğrenince göstermediğimi söyleyerek kibarca iltifat etti.Gezdiği ülkeleri, Reyhanlı’daki patlamaları, Tanrı inancını ve şimdi aklıma gelmeyen konuları içeren yaklaşık kırk dakikalık bir sohbetin sonunda birbirimizin telefonunu aldık.Hayatımda ilk defa hiç tanımadığım birine telefon numaramı verdim.Umarım pişman olmam.
Sorusu aklımda kaldı o günden beri : siz hep böyle ciddi işler mi yaptınız, hiç abidik gubidik işler yapmadınız mı?