29 Ekim 2006

EbruG'un taksi hikayeleri


Ağustos ayından beri wellness ürünleri satan Japon kökenli bir firmada çalışıyorum.Ofisimiz Altunizade'de.Gayrettepe dolaylarında oturan iki kişiyle birlikte sabah akşam ortak taksi tutup işe gitme durumundayız.Sabahları ortak tutulacak taksiyi bulma ve 08:15 sularında 1. köprüden karşıya geçme konusunda ikna etme görevi benim.
Her sabah ayrı bir macera.En az 5 bilemedin 6 taksiyi durdurup içeriye adımımı atmadan hatta bazen sadece ön camdan kafamı uzatıp "karşıya gideceğim" cünlesini kuruyorum.Bazıları dürüst davranıp dönüş trafiğinin kasacağını söylüyor, ama çoğu mazeret uydururken mimiklerini öyle bir abartıyor ki, sabah sabah tiyatro...
"Karşı" kelimesini "Çarşı" anlayıp arabaya alan, Altunizade'yi duyunca afallayan da oldu.Yolun yarısında kartının olmadığını "farkedip" abuk subuk yerlerde indiren de.
Şoförün biri de 20 yıllık kuaför çıktı.Ense tıraşı muhabbetini dinleye dinleye geçtik köprüden.
Oğluna iş arayan amcalar da vardı.
Telefonda sevgilisine yalan söyleyen de."Kadıköy'deyim aşkım..."
Sözlerimi Emrah'ın güzel bir şarkısıyla bitirmek istiyorum:"hey hey heyyy taksi.bütün işlerim gitti aksi.heyyyy dur taksi."

http://www.otobuste.blogspot.com diye bir blog var.
İnsanlar her türlü ulaşım aracı anı -macera -hikaye -hayal -şikayet mahsullerini oraya gönderip paylaşıyor.Benim de daha önceye ait birkaç uçak, otobüs, taksi blogum var bu bahsettiğim yerde.Vaktiniz olduğunda bakmanızı tavsiye derim.

14 Ekim 2006

EbruG'dan tüm dostlarına küçük bir hediye...

YAŞAMAYA DAİR

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
1947


Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948


Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...

Nazım Hikmet

08 Ekim 2006

EbruG ve Televole Haramiler

Haftasonu opera ve bale sezonunu kendi adımıza açtık ve "Ali Baba ve Kırk Haramiler"e gittik. Seyredeceğimiz eserin fantastik-komik opera olduğunu bilerek oturduk koltuklarımıza.Çok para ve emek harcanmış muhteşem bir dekor karşıladı bizi.

Kitapçığı karıştırırken bir yorum gözüme çarptı: "...Ali Baba Türk kültür hayatının o geçit vermez sanılan elitist kalesinde onarılmaz bir delik açmıştır.Evet, Türkiye'de de çok nitelikli ve evrensel ölçülerde sanat yapılabilir; hem de halkın sevip anlayacağı şekilde..."


Meraklandım tabi. Neymiş bu "halkın sevip anlayacağı şekilde" nin manası?




Sanırım buymuş:
"...Üç beş gün yas, sonrası saz!Hepsi birden kaz!Kasım, Aralık, Ocak.Bur bakalım n'olacak.Kedi oğlan doğuracak...Haydi bakalım o zaman tek tek.Oynıyalım gizlice sek sek.Kimi uzun kimi kısa, her hisseden bir kıssa."
"...İşte tam bir avanak!Bakma öyle bana şabalak!"
"...keyifler tamdı, armutlar hamdı.Ama ne gamdı..."
"...milleti soydular, istikbali oydular"


"Ali Baba ve Kırk Haramiler" operası İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin repertuarına girmek için 17 yıl beklemiş.
Nihayet 17 yıl sonra dev bir koro Atatürk Kültür Merkezi'nin çatısı altında, Devlet Opera ve Balesi'nin milyarlar harcadığı belli olan güzellikte kostümleri içinde ve son derece etkileyici bir dekor eşliğinde, gözümüzün içine baka baka "bakma öyle şabalak" dedi.