31 Temmuz 2006

EbruG'un kelimeleri

Biraz dikkatinizi buraya verebilir misiniz lütfen?Önemli birşey soracağım:Konuşurken veya yazışırken sıklıkla seçtiğiniz kelimeler nelerdir?Kendinizi ifade ederken kullandığınız kelimeler?Gerginim, yorgunum, saçlarım iğrenç gözüküyor...gibi mi?

Geçen gün biryerde birilerini beklerken masanın üstünde gördüğüm kitabı öylesine karıştırdım.Kitabın ismi "İçindeki Devi Uyandır". Meğer çok bilinen bir esermiş.Yazarı Anthony Robbins.
Anthony amca der ki; sürekli olarak seçtiğimiz kelimeler kaderimizi çizer.Olayları kafamızda kendimize sunuş biçimimiz hayatta neler hissettiğimizi saptar.30 derece santigrat sıcağın altında "ooh kemiklerim ısındı valla" da diyebilirsiniz "ne zaman gelecek bu sonbahar" da.Bu son örnek bana ait, Anthony'e yüklenmeyin.
Eğer bir şeyi ifade edecek yolunuz yoksa, o şeyi yaşayamazsınız diyor yazar.Bir mağazaya girip "ben böyle, iki bacağımı ayrı ayrı içine sokabileceğim ,yanlarda cepleri, ön kısmında fermuarı olan bişey istiyorum" demekle "pantolonlarınız nerde acaba" diye sormak farklı tabi.İstediğin şeyin "pantolon" olduğunu bileceksin, ifade edeceksin.
Bir şeyi kelimeye döktüğümüz zaman ona ek boyut katmış, gerçeklik duygusu vermiş olurmuşuz.Seni seviyorum, senden ayrılmak istiyorum, başka birine aşığım,hatalıyım, suçluyum demek bu yüzden mi bu kadar zor acaba?Heralde...
Anthony'den son bir alıntı yapıyorum:"Kelime haznesi yoksul olan insanların duygusal yaşamı da yoksuldur, kelime dağarcığı zengin olanların, o tecrübeyi boyayabilecekleri çeşit çeşit renkleri vardır - bu boyama işini de yalnız başkaları için değil, aynı zamanda kendileri için yaparlar." Benim burdan anladığım :Kitap, dergi okuyun, değişik ilgi alanları olan insanlarla sohbet edin.Kelime dağarcığınızı geliştirin.Sonra günün birinde bir kızdan bahsederken "çok güzeldi" diyeceğinize "gözleri, uslu uslu akan derelerin içindeki siyah çakıl taşlarına benziyordu" dersiniz
.

25 Temmuz 2006

EbruG'un böbreküstü bezleri

"Korku, hepimizin hayatta kalma mekanizmasında var olan, her normal insanın sahip olduğu duygusal bir tepkidir. Bebeklikten yaşlılık dönemine kadar hepimiz hayatta kalma içgüdülerimize sahip olduğumuz sürede ve ölçüde, her tehlike hissedişimizde korku ile tepki veririz. Korku, aklı ve bedeni içine alan, tehlikeye karşı oluşan bir savunma mekanizmasıdır. Korku, tehlikeye karşı bizi uyaran ve tehlikeyle başa çıkmamız için bize hazırlık yapma imkanı sunan koruyucu bir amaca hizmet etmektedir"

Dün sabah (25 Temmuz Salı) çok korktum...

Korku anında ,sinir hücrelerim yardımı ile böbreküstü bezlerime bir mesaj iletilmiş ve böbreküstü bezlerinin faaliyetleri hızlanmış.(Böbreküstü bezleri hormonların salgılanmasıyla ilgili çok önemli bir merkezmiş bu arada.)
Gelen mesaja istinaden böbreküstü bezim adrenalin salgılamış.Adrenalin, tüm vücuda hızla yayılmış.
Kanımdaki adrenalin oranı arttığı için daha hızlı ve kısa süreli nefes almaya başlamışım.
Bu esnada normal şartlarda sindirim sistemime gönderilmesi gereken kan miktarı korku anında kesilmiş.Çünkü korku anında sindirim sistemi faaliyetini durdururmuş.Korku filmi izlerken patlamış mısır yiyenler? Mısırları filmden sonra mı sindiriyorlar?
Sindirim faaliyetim durunca tabi, normalde orda kullanılacak olan kan da kaslarımı beslemek üzere açığa çıkmış olmuş.
Bunlar olurken kalbim 1500 filan atmış ve de kanımdaki şeker oranı artmış.
Kanımda yükselen şeker miktarı bana daha fazla enerji vermek içinmiş. Bu fazla enerji benim istediğim birşeymiş.
Çünkü insan korkunca her an kaçma, saldırma yada o yerden uzaklaşma isteğiyle normal koşullardan biraz daha fazla enerjiye ihtiyac duyarmış.Bak işte bu çok doğru!
Kanımda dolaşan şekerin bu haliyle bana bir faydası yokmuş.Bu şekerin yakılıp enerjiye dönüşmesi için daha fazla insülin lazımmış.
Sevgili pankreasım kanıma daha fazla insülin göndererek bu ihtiyacımı karşılamış.

Beşiktaş’ta Taksim dolmuşlarının kalktığı köşede sabahın 9’unda bir “tinerci” serseriyle muhatap olmak durumunda kaldım.
Hemen bir parantez açayım:Bu insanlara “tinerci” deyip tek kalemde geçenlere çok gıcık oluyordum aslında."Tinerci" masanın üstünde gördüğümüz olay.Ama bu işin bir de mutfağı var.O çocuğu oraya getiren şartlar,kişiler,yokluklar veya çokluklar var.Kapa parantez.
Taciz mi diyelim, saldırı mı herneyse...16-17 yaşlarında saçı,kıyafetleri,yüzü,gözü aynı renk bir çocuk önüme dikildi.Ben ki tanıdığım insanlar bile bana 40cm’den fazla yaklaşsa geri adım atarım ,bu çiş ve tiner kokan yabancının beni bir de kollarımdan tutması bünyemi nasıl sarstı tahmin edin.


Olayın tamamı bir dakika bile sürmedi, ama bakın korkunca vücudumuzda neler oluyor...

20 Temmuz 2006

EbruG'la şiir saati

Her insanın bir öyküsü vardır, ama her insanın bir şiiri yoktur. (Özdemir Asaf)

Yazmayı seviyorum, yazdıkları tutkuyla okunan insanlara hayranım.Ama bir de şiir yazabilenler var.Eğiliyorum önlerinde ve öpüyorum eteklerinden.
Özdemir Asaf'dan üç güzel şiir:

NOKTASIZ
Biri gelir sorarsa
Sana beni sorarsa
Gitti der misin
Gittiğimi söyler misin
Gidiyorum ben sana
Benimle gider misin.

KALDIM
Seni düşlerime aldım,
Uykusuz kaldım.
Seni uykularıma aldım,
Düşsüz kaldım.
Başıma aldım, sensiz;
Gönlüme aldım, başsız,
Sensiz, yollarda pulsuz,
Pullarda mektupsuz kaldım.
Sana adlar aradım..
Ardında adsız kaldım.

DEĞİL
Senin o durduğun yer, sana göre değil,
Duyup dinlediklerin sana seni der değil,
Benim sana dediklerimi onlar unutturmuyor
Çünkü söylediklerim benzerli sözler değil.

19 Temmuz 2006

EbruG'dan sıcak sayıklamaları


Herkese merhaba! Bu sıcak havalar beni dağıttı.Dağıldım.Hiç birşeye dikkatimi toplayamıyorum.Odaklanma problemim var.Bir de dalıyorum.Baktığım yerde gözlerim manasız derecede uzun kalıyor.Başıma bir dert almam bu sebepten umarım.
Yatılı misafirlerimiz gitti.Hala koltuk minderlerinin altından kağıt uçak, leblebi ve bozuk para çıkıyor.Kuzenimin yedi yaşındaki oğlu Almanya'ya çok isteksiz döndü.Şiş kebap çok güzel, yine gelecek ben...Bu arada ben hala Hugo diye bir program oldugunun farkında degildim.Velet bula bula onu buldu sabah çizgi filmleri arasında.Her sabah Hugo izledik.
Misafirlerimizi bir gün Moda'ya bir gün de Ortaköy'e götürdük.Özellikle Beşiktaş-Kadıköy vapur yolculuğundan çok keyif aldılar.Martılara atılan simit parçaları aşağıdaki hangi şanslı amcanın kafasına düştüyse artık, özür dilerim.
Bu arada evdeki bilgisayarm mortingen.Kuzene gelip bilgisayarını kullanıyorum.Ama bu oda çok sıcak ve dağınık!Kuzen 4 metrekare odayı bir milyon kitap, cd, kaset, dergi, üç adet gitar ve bir vantilatörle paylaşıyor.Oturarak mı uyuyorsun kuzen cidden?
Neyse, demiştim ben size odaklanma sorunum var diye.Yazıya bakın anlarsınız.

11 Temmuz 2006

EbruG üçlü koltuktan soruyor

Kuzenim, eşi ve 7 yaşındaki oğulları Almanya'dan tatile geldiler.Bizde kalıyorlar.Benim yatağı Bıdık'a teslim ettim.Salonda üçlü koltukta 1/3lük uyuyorum.Şikayetçi değilim.Sadece bu aralar birkaç konuyu anlamaya çalışıyorum.
Birincisi aynı yemekleri yediğimiz halde nasıl olur da bu 7lik Bıdık devamlı turbo modunda olur?Bir insan nasıl yolda asla düz yürümez...ya koşar ya zıplar ya da olmayacak şeylerin üstüne çıkar?
İkincisi kan bağı diye birşey var mıdır ,nedir?En son 3 yıl önce gördüğümüz çocuğu nasıl bu kadar severiz?

09 Temmuz 2006

EbruG Enka'dan bildiriyor

Levent Yüksel'in o fazla büyük gülümsemesi bana hiç hoş görünmezdi.Haddinden fazla güleryüzlü insanları yapmacık bulmamdan dolayı heralde.Yine de geçen Cuma akşamı Enka'daki Levent Yüksel konserine gittim.Hemşirelerden mühendis olanla birlikte açıkhavada canlı müzik dinlemek ve şarkı söylemek fikri beni cezbetti.Enka'nın küçük ama sevimli konser mekanını görünce dedim ki, ne hoş sanatçıyla dinleyici için samimi bir ortam.Levent Yüksel'in şirinlik muskası mimiklerini kaçırmayacağız.Konser başlaması gereken saatte başladı.Tempo tutuyoruz, şarkı söylüyoruz, herşey normal.Ama bir gariplik var.Nasıl bir konser izleyicisiyle birlikteyiz ya da burada adetler mi böyledir anlamaya çalışıyoruz.Devamlı bir insan trafiği var.Gelen, giden durmuyor.Biz "med cezir"e konsantre olmuşuz, yine süslü bir hatun tin tin tin önümüzden geçiyor.İki dakika geçmeden kendine benzer üç kişiyi peşine takmış vaziyette aynı tempo resmi geçit devam.Biraz sonra bir anne çocuğunu tuvalete götürüyor.Daha kendime çektiğim dizlerimi açmadan biri daha.Geri dönüşlerini hiç anlatmayayım.Herşey dahil bir fabrikasyon tatil köyünde animasyon mu izliyoruz biz? Ya da ne bileyim Erdek'te terlik-şort elde çekirdek dolaşırken girdiğimiz bir çay bahçesinde miyiz?Samimi bir konser ortamı demiştim ama Levent Yüksel "yarin gözü yüksekte, benim bir kuru aşkım var" derken sahnenin ortasına nerden geldiği belli olmayan bir basket topunun yuvarlanacağını tahmin etmemiştim.Ben konser izleyicinde masaya dansöz çıkartıp oynatan bir kıvam hissettim.Levent Yüksel "hoşçakalın" dediği an protokol teyzeler üzerinde hala sanatçının ve saz arkadaşlarının da bulunduğu sahneyi de kullanarak mekanı bir an evvel terk etmenin derdine düştüler.
Gelelim Levent Yüksel'e...Yapmacık olduğu fikrimi taşımıyorum artık.Adam güzel gülüyor yahu.Performans yukarda anlattıklarıma rağmen süper.Bir de ben meğer epey Levent Yüksel şarkısı biliyor ve seviyormuşum.Nerdeyse bütün konser eşlik ettim Levent'e .
"Kadınım söyle mutlu oldun mu?Bu deli adamı unuttun mu?Sevdin mi, ah gerçekten seviştin mi?Söyle, onları da öptün mü?"
"...öyle sınırsız, öyle derin, öyle çok severim ki korkarsın..."
Konser çıkışı hemşireyle Emirgan'a gidip menemen yiyip çay içtik.Boğaz'a bakıp "yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından" dedik.
Özetleyecek olursak, artılar eksileri götürdü.Geriye birlikte söylenen şarkılar, içilen çaylar, kendi adıma yeniden keşfedilen Levent Yüksel ve tabi ki yarimiz İstanbul kaldı.

03 Temmuz 2006

EbruG radyoda

Evimizin karşısındaki baz istasyonunun kaldırılması için komşularımızla birlikte verdiğim mücadelenin günlüğünü ayrı bir yerde tutuyorum aslında.Ama burda da anlatmak istediğim bir gelişme var.Ben 2 Temmuz Pazar günü saat 13:00 le 14:00 arası Marmara FM'de canlı yayın konuğuydum.Tüketiciler Birliği'nin katkılarıyla hazırlanan bir programda derdimi bol bol anlatmama olanak sağladılar.Çok heyecanlandım.Sabahın köründe kalkıp ders çalışır gibi söyleyeceklerimi kafamda tasarladım.Söylemesi zor olan bazı kelimeler var.Arka arkaya üç kere "telekomunikasyon kurumu" demeyi deneyin mesela.Onları biraz çalıştım filan.Sonra yanıma kuzenimi de alıp gittik Çamlıca'ya.Program iyi geçti.Tüketiciler Birliği Başkanı olan bir avukat beyefendi de telefonla bağlandı, o da çok güzel konuştu.
Daha önce yaptığımız bir sokak eylemi Flash TV'de haberlere çıkacak diye yanlış alarm verip çoğunuza o akşam boş yere Flash TV izletmiştim.Bu sefer de aynı şey olmasın diye önceden duyurmadım.

01 Temmuz 2006

EbruG konsere gitti!

Harbiye Açıkhava'da konser biletleri çok pahalı diye isyanlardaydım burda bahsetmiştim, hatta belki görmüşsünüzdür Hürriyet'in Kelebek ekinde yazan Onur Baştürk'e de aynı şekilde ağlamış ve "ühü, bu sene biraz zor giderim ben MFÖ konserine, halbuki gitmezsem de batsın bu dünya" tarzında şeyler yazmıştım.Adam da bunu köşesinde yayınlamıştı.
Meğer ağlayan çocuğa bir meme veren oluyormuş harbiden.Doğumgünü hediyesi olarak bir arkadaşım beni konsere götürdü!Böylece gelenek bozulmamış olduk.Üçümüz yine bağıra çağıra bütün şarkıları söyledik tüm konser boyunca.Üçüncü kim diye merak eden olur, biliyorum.Panik yapmayın.Üç numara, iki numaranın ,yani bileti alma nezaketinde bulunanın kardeşi.O da MFÖ çoksever bir arkadaşımız ve vatani görevini tamamlayıp eve döneli daha bir hafta olmadı.
Açıkhavada karambolde sesim bana epey güzel gelmişti aslında.Fakat çıktığımızda çok sigara içen teyzelerinki gibiydi.Ali Desidero, Yalnızlık Ömür Boyu, Asabiyim Ben, Mecburen, Sufi, Güllerin İçinden,Ele Güne Karşı, Bu Sabah Yağmur Var İstanbul'da, Sarı Laleler...Gaza gelip ayağa kalkınca arkamdakiler kibarca oturmamı istedi.
Konsere gitmiş olmak benim için çok güzel ama Açıkhava MFÖ ekürisinin fire vermeden geleneğini devam ettirebilmiş olması daha da anlamlı.
Ne diyeyim, hepinizin böyle arkadaşları ve böyle hatırladıkça yüreğinizi ısıtacak ortak hatıraları vardır umarım.