22 Nisan 2012

yavaş yavaş

Cumartesi günü Van Gogh - Alive'a gittim.Çok etkileyiciydi. Ben ilk defa bir sergi gezerken ağlayasım geldi. Karanlık, müzik ve bazıları tokat etkisinde metinler içimde birşeyleri depreştirdi.Tüylerim diken diken oldu.Çok isterim tüm arkadaşlarım görsün, yaşasın bunu.
İstanbul Modern'in kafesi ne kadar pahalı degil mi?Sergiye gelmeden önce arkadaşımla uzun ve güzel bir kahvaltı yapmıştık, o yuzden sadece kahve ve soda içerek Boğaz aşığı bayanın aşkını tazeledik. Öğle yemeğini Nişantaşı Mama'da yedik. (başka yerde Mama var miydi ki?)Tiramisu başarılı.Allahım neden böyle deli gibi yiyorum ben?Neden diğer kızlar gibi salatayla yetinmiyorum.Sonra da pişman oluyorum, sadece bir kere giydiğim o eteğe bir daha sığamayacağımı düşünüyorum. Akşam TV8'de bir ödül töreni seyrettim.Antalya'daki o çok havalı bilmemne palas otelinde yapılıyordu.Gelen kadınlar kırmızı halıya uygun hazırlanmıştı ( evet, abartan da vardı ama madem özel bir gece, özenmiş diyelim)Fakat erkeklerin çoğu bütün gün Antalya'da gezdikleri kıyafetlerle katıldılar geceye.Hakkını yemeyeyim, düzgün olanlar da vardı, ama azdı.Sunucular felaketti.Nerdeyse koca sahnede birbirleriyle çarpışacaklardı.Kadın olan işi şirinliğe vurmaya çalışıyordu ama ikide bir "merci" diyordu.Biraz daha dikkat yahu.Bebek'te valeden arabanı almıyorsun, kelli felli adamların karşısında sunuculuk yapıyorsun.Öteki dersen - erkek olan- diyecek birşey bulamadıkça "aynen öyle" diyerek dolgu yapıyordu.Ayyynen öyle. Pazar günü Trump Towers'a gittim.Cillop gibi sıfır kilometre pırıl pırıl AVM.Bildiğimiz dükkanlar.Adını duyup da denemek istediğim bir restauranta gittim ve sanki dün o öküzlüğü yapan ben degilmişim gibi yemeği yine abarttım.Hem yemek hem tatlı yedim.Üstelik merak ettiğim restaurantın pahalı olduğunu da bizzat tespit etmiş oldum. Trump Towers'da bir limonataya o parayı verip sonra Şişli'de Koton'un ve Herry'nin outlet mağazalarında eşelenmek nasıl bir mantık? Anlayan bana da anlatsın.Güzel olan :eve kadar yürüdüm. Efendim, bu yazının başlığı neden yavaş yavaş? Şöyle söyleyeyim; uzunca bir süredir bu blogu açtıkça değil yazı yazmak , koşarak uzaklaşmak hissi hasıl oluyordu.Yavaş yavaş toparliycaz inşallah :)

12 Nisan 2012

itiraf ve son

Kendime haksızlık etmeyeyim, aslında başladığım her işi böyle yarım bırakmam.Daha doğrusu çoğu işi gözümde büyütüp baştan bulaşmam.
Eteğini terziye kısaltmaya bir türlü götüremediğim elbise de , dişçiye gidememek de buna örnek.Aşağıdaki yarım kalmış hikaye de benim yüzkaram olsun.Napiym arkadaşlar toparlayamiyorum.
Baştan öyle bir dallanıp budaklandi ki konu, hikaye artik öyle iki arada bir derede yazılabilecek bir şey olmaktan çıktı.Paris'te olsam yazabilirdim belki ;)
İşin kötüsü bu hikaye yarım kaldi diye , başka şeyler de yazamiyorum. First in first out. Hikaye bitmeden sokağa çıkmak yok.Arkandan ağlar.
O yüzden ben izninizle bugün bu itirafi yapayim, ben bu işi kıvıramayacağım diyeyim, hikayenin devamini çok merak eden yüzlerce okuyucumu da kendi hayal güçleriyle başbaşa bırakayım.Size iyi gunler.

"Sabah güneşinin pervasızca aydınlattığı dağınık odaya son kez göz gezdirdim.Aron'un cansiz bedeni narin boynunu sımsıkı saran Gucci kemere tezat bembeyazdı.Tuncer'in çirkin elleri mi okşamıştı bu güzel saçları?Ve ne zaman başlamışlardı beni birlikte söğüşlemeye?"