25 Nisan 2010

Döküldü...toplayamadım...

Kimsenin beğenmediği yaşlı bir fahişe gibi muhabbet dilendim arayabileceğim herkesten...Biri kocasının yanındaydı , biryerden geliyor veya biryere gidiyordu.Öteki öbür kıtadaydı ve şimdi gelmeye kalksa en az iki saati trafikte geçerdi, benim için değmezdi.Bir başkası sevdiği başka insanlarla daha önceden yapmış olduğu neşeli bir program akışı içindeydi. Vesaire vesaire.



********************************************



Hergünüm kendime acıyarak ve resmin dışına çıkıp kendimi üzülerek izleyerek geçiyor.Cıvıl cıvıl bir bahar günü, tüm kafeler bıcır bıcır konuşan , neşeli, capcanlı insanlarla dolu.Hepsi çok güzel, hepsi çok mutlu. Bense kalabalığın içinde yalnızım. Gül bahçesinde bir patates olmaktan artık yoruldum.Kendi kendine yeten, ayaklarının üstünde duran, kimseye eyvallahı olmayan bir patates.Müthiş kederli.O kalabalığın içinde ilerleyip kendime bir masa bulup oturup kahvemi içerken bir yandan dergilere bakıp bir yandan etrafı izleyebilirim. Evet, bu da keyifli. Ama ben bunu çok yaptım.O yüzden artık o kalabalığın içinde kuyruğumu dik tutacak halim kalmadı. Bu sebeple Nişantaşı Starbucks'ın -1. katındayım. Burası doğru dürüst temizlenmeyen leş gibi tuvaletlerin hemen karşısı.Kapıları açılıp kapandıkça buranın havası yenileniyor.Sözün kısası burası bildiğiniz bok kokuyor.Gözlüklü Filipinli bir kız laptopunda birşeyler yapıyor. O kadar. Başka kimse yok.



Buna benzer çok günlerim oldu ve buna benzer çok yazı yazdım.

Birinde Emirgan'daydım, güneş batıyordu manzara şahaneydi, Mehtap kafedeydim.

Diğerinde Bodrum Torba'daydım.Akşamdı.Kaldığım otel odasının çiçeklerle dolu avluya bakan küçük balkonundaydım.

Başka bir zaman Galata'daydım.Turistlerin bir aşağı bir yukarı heyecan ve mutlulukla gezindikleri işlek bir sokakta bir kafedeydim.

Daha eskiye ve daha uzağa gidecek olursak bir defasında da Londra'da Trafalgar Meydanı'na bakan bir kafede beş çayımı içiyordum.

Paris'te Saint Germain'de beyaz şarap içip önümden geçenleri izlerken de böyleydi.

Gül bahçesinde patates. Beni birisi buraya yanlışlıkla ekmiş. Fakat o kadar güzel ki çevremdeki herkes ve herşey. Ben sadece dönüp birine "ne güzel di mi" diyememenin eksikliğindeyim.



******************************************************



Hiçbirşeyi farklı yapmadan farklı bir sonuca ulaşmayı beklemek iyiniyet değil salaklıktır. Örneğin ince giyinip dışarı çıkıyor ve her defasında üşüyorsan.Kafayı çalıştır. Düşün. Karar ver. Uygula.Üzerine ceket almak gibi bir değişiklik yapmadığın müddetçe üşüyeceksin. Mantık bu.



*******************************************************



Benim tüm arkadaşlarım mı bu kadar ilgisiz? Yani ben gidip beni en özlemeyecek, değer vermeyecek, önem sıralamalarında alt sıralara iteleyecek arkadaşlar mı bulmuşum?Okuduğum kitaba göre, yaşadığım herşeyin sorumlusu kendimmişim ya.Arkadaşlarımın beni istediğim kadar sevmemeleri, değer vermemeleri, özlememeleri, haftasonu veya tatilleri biraraya gelmek için iple çekilen fırsatlar olarak görmek yerine çeşitli bahanelerle çil yavrusu gibi dağılmaları, herkesin hayatında benden daha değerlisinin olması, kimsenin birincisi olamamam...Bunun sorumlusu benim. Hı hı, evet. Yes.

16 Nisan 2010

Cahil ile sohbet

Merhaba,

Son zamanlarda okuduğum ve bana çok ilginç gelen bir yazıyı sizinle paylaşmak istiyorum. Siyah renkliler okuduğum yazıdan alıntıdır. Maviler bendendir.

Justin Kruger ve David Dunning adlı iki ABD'li psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya atmış:

"Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır."
Bence benim blogum süper.Aslında bisürü kişi okuyo da, yorum yapmaya üşeniyolar.Veya söyleyecek söz bulamıyolar.
Ve bunun üzerine bir araştırma başlatılmış. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşılmış:

· Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.

· Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.Süper yazıyorum, yakında iyi bir gazeteden teklif alabilirim
· Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.Benden bir Elif Şafak çıkmaz belki ama pekala Ayşe Arman olabilirim.

· Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar. Başka bloglara baktım da...Millet aşmış yaw.


Cahil ile sohbet etmek güçtür bilene, Çünkü cahil ne gelirse söyler diline :)

03 Nisan 2010

Annemin elleri

Keşke biz hep çocuk kalsak , annelerimiz de genç. Annemi uyurken seyrederken boğazıma birşey düğümlenir. Şimdi bu satırları yazmak bile gözlerimi dolduruyor.Yorgun bedenine, azalan saçlarına, sarkan yanaklarına hüzünle bakıyorum. Ama ya o elleri. Üzerlerinde kahverengi lekeler görünmeye başlayan o mübarek eller. O tılsımlı, o tapılası eller.

Şimdi annemin ellerini düşündüğümde ilk aklıma gelen görüntü ilkokul yıllarımda saçlarımı çekiştire çekiştire örmesi .Sonra pazarda annemin elini bırakıp kaybolduğumda ağlayışım.Küçükken evin en sevdiğim köşelerinden biri olan annemin tuvalet masasındaki renk renk ojeler.

Benim annemin elleri tılsımlıdır, tıpkı herkesin annesininki gibi. Annem o ellerle bayat ekmegi pizzaya çevirir. Annem o ellerle ortada hiçbirşey yokken mükellef sofra kurar. Aynı malzemeden yaparız ama annemin köftesi gibisi asla olmaz. Yıllardır yıkadığı bulaşık ve çamaşırdan kuruyan o eller ağrıyan başınızı azıcık okşasa kuş gibi hafiflersiniz.Üşüdüğünüzde annenizin eli sıcacıktır ısıtır.Ateşlenip yattığınızda ise serin serin dokunur avucunun içiyle.Çamaşırlarımı annem katlarsa ütülü gibi olur, göz yaşımı annem silerse beni ağlatan şey anında küçülür.

Annem bazen benim ellerimi avuçlarının içine alır ve benim küçük ellerime ,ince parmaklarıma bakar. Sen de bu ellerle çocuk büyüteceksin der. Ah anacım ah, senin onda birin kadar olabilsem, o ellere erişebilir miyim?