28 Kasım 2010

Mısır günlükleri 2 - son

Mısır'daki diğer gün ve gecelerimiz oldukça keyifli geçti.Tekne turuna katıldık ve Mısır yönetimi tarafından koruma altına alınmış Ras Muhammed'e gittik.Burada tek bir mercan parçasını, tek bir deniz yıldızını, tek bir taşı dışarı çıkarmanız ve hatta yerinden oynatmanız bile kesinlikle yasak. Tekne turunda yaşadığımız en ilginç olaylardan biri verdiğimiz ilk yüzme molasında denizde unuttuğumuz adamın farkına ancak ikinci molada adam başka bir tekneyle getirilip bize teslim edince farketmeleri oldu.Bir de kafalarının ucunu sudan çıkararak teknemizin yanından geçen barakuda sürüsü vardı.Barakuda köpek balıklarına saldıran bir balıkmış, varın gerisini siz düşünün.

***

Mısır'da herşeyde olduğu gibi taksicilerle de pazarlık yapıyorsunuz. En az bizimkiler kadar deli araba kullanıyorlar.

***

Bir akşam otelde yemek yerken masamıza ellerinde gitarlarıyla iki kişi geldi. Türkiye'den olduğumuzu duyunca bize "Hatirla sevgili, o mesut geceyi" şarkısını çaldılar ve bozuk Türkçe'leriyle söylediler.Müzisyenler Yunanistan'dandi ve yaşlı olanı uzun yıllar Bodrum'da çalmış söylemişti.Dünya küçük müydü?

***

Naama Bay şehir merkezinde bir akşam dansözlerin ve bir zennenin şovunu izledik. Dansöz hafif balıketinde ve çok başarılıydı.Zenne nerdeyse dansöz kadar iyiydi.

***

İstanbul'a gece saat 12'ye yaklaşırken indik.Çok klasik olacak ama gerçekten de pırlanta bir gerdanlık gibiydi.

21 Kasım 2010

Mısır günlüğü 1

Tereddüt, merak ve heyecan duygularımla birlikte 13 Kasım cumartesi , sabahın 7'sinde evden bavulumla çıktım.Sabiha Gökçen Havaalanı'nda saat 10'da olabilmek için 7 buçukta Taksim'den kalkacak Havaş otobüsüne binmem gerekiyordu, ya da ben trafiği gözümde fazla büyütüyordum.
Otobüste yanımda oturan kızın cep telefonu çaldı, arayan Pronto Tur'du. Biz de Pronto ile gideceğimiz için kulak kabarttım.Budapeşte'ye gidiyorlardı ve binecekleri uçağın kalkış saatinin epey bir değiştiği bilgisini verdi telefondaki kişi.Belli ki tatillerinin ilk gününü Sabiha Gökçen'de geçireceklerdi.Saat 9'da havaalanına vardım.Diğerleri de yarım saat içinde geldiler.Bize söylendiği gibi saat 10'da Pronto Tur'un masasına gittik ve bizi Sharm El Sheikh'e götürecek uçak biletlerimizi aldık. Uçağımız 1'de kalkacaktı ve çok şükür herhangi bir rötar gözükmüyordu.Yiyip içerek zaman geçirdik, pasaport kuyruğu da epey uzundu.Sonrasında duty free alanında takıldık ve nihayet uçağa bindik. İstikamet Şeyhin Sakalı! ( sharm sakal demekmiş).

***

Problemsiz bir yolculuktan sonra Mısır toprağına ayak bastık.Vize kapıda alınıyor.Bunun için sıraya girip ufak bir form ve bir sticker alınıyor. Formu doldurup stickerla birlikte yine başka bir sıraya girip pasaportunuzla birlikte görevliye veriyorsunuz.Sıra bana ve birlikte tatile çıktığım arkadaşlarıma geldiğinde memur bizim işlemimizi yapmadı ve bizi başka bir kuyruğa yönlendirdi, sebep ise AB'li olmayışımızdı. Ama tabi bu amcanın sadece AB'lileri ülkesine aldığını belirten bir işaret yoktu. Biz nerden bilelimdi, ulan ne şanstı, yanlış kuyrukta beklemiştik. Havaalanında bizi karşılayan Pronto turcu çocuğa bunu söylediğimizde sonradan bizim için daha da anlam kazanacak lafı etti : Burası Mısır.

***

Havaalanından çıktık ve bizi bekleyen Pronto otobüslerine yöneldik.Ön camlarında otel isimlerinin yazılı olduğu kağıtlar vardı, ama bu isimlerin hiçbiri bize tanıdık gelmiyordu. Meğer bizi anlaştığımız otele değil başka bir otele götüreceklermiş. Gideceğimiz otel çok daha iyiymiş , diğeri tü kakaymış.Bu otel şahaneymiş. E baştan neden bize kötü dediğin oteli sattın, şimdi aynı paraya daha iyi dediğin biryere götürüyorsun? Hadi hayırlısı...

***

Bizi otelimize götürecek otobüs 4 buçuk gibi hareket etti.Gökyüzü pembeleşmişti.Hava erken kararıyordu.Rehber kızımız bulunduğumuz bölgeyle ilgili bilgiler veriyordu, ama dersini pek çalışmamıştı. Naama Bay'de Pizza Hut, Starbucks, Hard Rock Cafe olduğunu birkaç kez tekrarladı.Otele gitmeden önce Old Market denilen yerde yarım saatlik bir mola verdik.Hediyelik eşyalar alabileceğiniz ufak dükkanlar vardı ama kimse henüz alışveriş modunda değildi.
Nihayet 6 buçuğu biraz geçe otele girdik.

****

Otele girdik ama odalarımıza ne zaman ve ne şekilde girdik işte burası biraz tatsız. Yaşadığımız durumun sorumluluğunu kimse üzerine almıyordu, otel Pronto'yu, Pronto Mısır'daki bağlantısı olan diğer firmayı suçluyordu. İnşaatı devam etmekte olan şahane bir otele getirilmiştik. Kalacağımız odalar henüz otelin broşürlerindeki krokilerde bile yerini almamıştı.Ve sanırım Mısır'da içine eşyasını koyup inşaata ondan sonra devam ediliyordu.İnşaatın tüm kaba pisliği mobilyaların üzerindeydi. Boya ve tiner kokusu bize oldukça derin bir uyku vadediyordu.Bu otele Pronto tarafından getirilen yaklaşık 40 kişiydik ve karşımızda tecrübesiz ve en az bizim kadar şaşkın 20li yaşlarda iki rehber çocuktan başka muhatap yoktu.Mısır büyükelçisiyle bile irtibata geçildi, fakat Sharm'da o gece kalabileceğimiz tek yer o odalar gibi görünüyordu.

***

Gece 1'de odamıza girdik, normal şartlarda ertesi sabah erken bir saatte altı camdan bir tekneyle Kızıldeniz'de dolaşacaktık.Ama kimsenin o kadar erken kalkıp hazırlanıp yetişmesi mümkün değildi.Cam tekne turumuzu iptal ettik. Biz bir odada 3 kişi kalacaktık ve gecenin o saatinde ek yatak beklemek zorunda kaldık. Getirilen yatağın üzerinde dev bir leke vardı. Genelde ek yataklarda çocukları yatırdıklarını düşünürseniz, bu lekenin pek bir gizemi yoktu. Çişti bu. Ama biz yine de soralım dedik. Yatağın ortasındaki kocaman lekeyi göstererek birkaç kez "what is this" dedik adama. O da şaşırmıştı. Bir yatağa bir bize boş boş baktı. "This is a bed" dedi.
Renklerden yola çıkarak adama derdimizi anlattık ve yeni bir yatak istedik. Temiz bir yatak geldi.Biz de hemen yattık. Kokudan etkilenmemek için balkon kapısını açık bıraktık, her ne kadar perdeler kapalı da olsa bu aynı zamanda sivrisineklere davetiye çıkarmaktı.

***

Şortumuzu terliğimizi giyip havlumuzu alıp kahvaltı için yola çıktık. Otel o kadar büyük ki, biryerden biryere minik otobüslerle gidiliyor. İki yanı açık, oturma yerleri tahta banklardan oluşan "beach bus"lar. Tesis gerçekten çok güzeldi, peysajı, denize sıfır olması, havuzları, spa'sı herşeyi başarılıydı. Bizim şanssızlığımız o ilk geceydi. İlk gece kabusu :)
Bütün bir günü otelin plajında geçirdik ve bu sırada odalarımız temizlenip havalandırıldı.Yemek konusunda korktuğumuz gibi durumlar olmadı.Yöresel yemekler riskli göründü. Kendimizi deniz ürünlerine meyve ve yoğurda verdik.

***

İlk akşamımızda yemekten sonra taksiyle Naama Bay'e gittik.Çok hareketli ve çok gürültülü biryer. Trafiğe kapalı bir ana caddenin sağında solunda cafeler, restaurantlar ve dükkanlar düşünün. Hepsinin bangır bangır müzik çaldığını ve kapıdaki adamların sizi içeriye çağırdığını.Hem çok değişik hem çok tanıdık :)

****

12 Kasım 2010

Çukurcuma


Verdiğim tahlillerin sonuçlarını Alman Hastanesi’nin labirent koridorlarinda kapalı devre beklemektense çıkayım ılık sonbahar güneşinin tadını çıkarayım dedim. Kan vereceğim diye uzun süre aç kalmıştım. Bunun sebep olduğu asabiyetle Van Kahvaltı Salonu’na kelimenin her anlamıyla daldım.Bu blogu okuyan yüzlerce insan arasında kim bilir kaç hamile vardır, canları çekecek şimdi ama, ne yedim be kardeşim! Ne yedim!
Sonra dedim ki, çok yedim biraz kalori harcayayım.Ver elini Çukurcuma. Antikacılar, eskiciler, püskücüler. Yıllar önce annenizin hatta belki anneannenizin oynadığı oyuncaklar gördüm, çok eski ayakkabılar ve çantalara rastladım. Minik biblolar, eski şatafatlı şamdanlarla yanyanaydı. Gaz lambaları, fenerler , dürbünler, ilaç kutuları aklınız gelmeyecek şeyler vardı. Hatta bir dükkanda antika kapı vardı. Oymalı, kakmalı, şahane ahşap kapılar. Ortamın tozundan kısa süre içinde gözler sulanmaya ve burun akar gibi yapmaya başladı. Kahve molası için tam zamanı dedim. Ve kahve icecek tam yerini buldum.49 Cafe diye biryer. Hem eski kokuyor hem de modern. Ben sadece Türk kahvesi ictim ve sokaktan gelip geçenleri seyrettim camın yanında koltukta. Ama aslında pizzaları meşhurmuş buranın. Aklımızda bulunsun.

03 Kasım 2010

Mukayese



Kuzguncuk’ta ve Beylerbeyi’nde iki ayrı mekanda oturdum ve yan masamdakilerin konuşmalarına kulak misafiri oldum.Benzerlikleri de vardı , apayrı tarafları da.

Benzer taraflar : Her iki masa komşum da gençti, yemek yemekten zevk alıyordu. Her iki masada da biri daha çok anlatıyor, diğeri daha çok dinliyordu. Ve gerçekten dinliyor, karşısındakini daha da konuşturacak anahtar sorular soruyordu.Daha çok konuşanların hep bir projesi vardı.

Farklı noktalar ise özellikle projelerdeydi. Kuzguncuk’taki genç adam radyo programcısıydı ve Şahika Tekand’dan oyunculuk dersleri almıştı.Televizyona program yapmak arzusu ve girişimindeydi. Tanıdığı birçok radyocu, televizyoncu ve yapımcı vardı. Beylerbeyi’ndeki diğerine göre daha tombul olan genç adam ise bilgisayar işindeydi. Internet üzerinden bilgisayar, yazılım, oyun ve benim anlamadığım birtakım şeyler satmak düşüncesindeydi. Şu an yapmakta olduğu iş; firmalara “web-page” yapmak ve “IT” konusunda danışmanlık vermekti.

Kuzguncuk’taki sadece anlattı, bilişimci çocuk karşısındakine akıl da sordu. Kuzguncuk’ta gerçekten iki arkadaş buluştu ve hasret giderdi. Beylerbeyi’nde sanki rakı balık eşliğinde hafiften sektör yoklaması yapıldı.

Ben bugün yalnız değil de bir arkadaşımla olsaydım ne konuşurdum acaba diye düşünmekten kendimi alamadım. Ben yine dinleyen mi olurdum? Projesi olan, hayatın peşinden koşan, anlatan, heyecanlanan hep karşımdaki mi olurdu?