25 Aralık 2006

EbruG'un yumurta hesabı

Buraya yazmaya yeni başladığım günlerde çok sevdiğim bir arkadaşım beni sushi yemeğe götürmüştü ilk defa.Hatırlarsınız belki, bahsetmiştim.Sonra birkaç kez daha gittik.Hangi çeşitleri sevdiğimi hangisini ağzıma atınca "undo" yapmak isteyeceğimi deneyerek öğrendim.Sushi yemek benim için karın doyurmanın ötesinde bir keşif olayı.Hem uzakdoğu mutfağını hem kendi sınırlarımı.Hai sushi!

Touchdown'a gittiğimiz bir akşam ortamda iki enteresan tip vardı.Esmer uzun boylu oldukça hoş iki erkek.Çok da cool duruyorlardı.Sivri burunlu çizmeleri ve kürk yakalı paltoları vardı.Kaşları muntazam bir şekilde alınmıştı.Barın bir duvarında ayna var.Sık sık aynada kendilerini süzüyorlardı.İçkileri bitince geldikleri gibi havalı ve umursamaz bir şekilde - umarsızca mı demeli?- gittiler.Soru işaretleriyle bıraktılar bizi.

Dondurmam Gaymak'ı çok da beğenmedim."Bazı" sahneleri kesinlikle gereksiz buldum.Ama sabah ezanıyla ilgili olarak "zaten köyde camiye giden 3-5 ihtiyar var , onları da telefonla çağırsalar olmaz mı?" lafı komik geldi.

Galata Meyhanesi diye bir mekana gittik fasıla. Fasıl sevmem ama işyerinin organizasyonuydu.Yemekler çok güzeldi.Mekan da iyiydi.Müzisyenler gayet efendiydi.Ben masaya gelip başımıza ekşiyecekler diye korkuyordum, öyle birşey olmadı.

Bir akşam da yine çok sevdiğim bir arkadaşım (hemşirelerden biri) artı onun bir iş arkadaşı artı onun arkadaşları şeklinde doğaçlama bir gruplaydım.Gelenlerden biri üniversite yıllarında yurtta kalmış.Yurt muhabbeti de iyi birşeymiş , ben bunu anladım.Özelikle erkek yurdunun karmaya döndüğü ilk yılda yaşanan şaşkınlıklar beni çok eğlendirdi.Bu arada Asmalımescit'de Kum Saati diye biryere gittik.Çok da matah bir ortam değil.

Çok özleyip de görememekten dertlendiğim küçük sevgiliyi sonunda kucakladım:) Yürüyen koşan ve bağırıp çağıran bir küçük adam buldum karşımda.Beni elimden tutup odasına götürdü .Halının ortasına oturtup oyuncak yığınından seçtiği bazı parçaları bana verdi. Galiba beni seviyo.Ben de onu çokkk seviyorummmmm.

Sonunda Hayal Kahvesi'nde Nev'e gittik.Sahnenin dibinde en öndeydik.Yeni yetme genç kızlar gibi ellerimizi uzatarak saçımızı başımızı dağıtarak eşlik ettik Nev'e.Full performance canım , sormayın:)
"Suya yazı yazmak gibi seni sevmek Yorgunum, üşüyorum Yanındayım, ama yalnız ne çare Suskunum huzursuzum Gözlerinde uçurumlar korkup da yüzleşmeye Bakışların kaçar gider gücüm yok yetişmeye Düğüm düğüm oldu içim ne olur birşey söyle Sen sustukça içimde isyanlar, çığlıklar Gece avutmuyor gönlüm unutmuyor Dokunduğum hiç bir ten senin gibi kokmuyor Avuçlarımda eriyen buz gibisin Damla damla akıp giden umutlarım gibisin Çaresi derdinden daha zor Yüreğimiz yetmiyor söylesene nerdesin Gözlerinde uçurumlar korkup da yüzleşmeye Bakışların kaçar gider gücüm yok yetişmeye Düğüm düğüm oldu içim ne olur birşey söyle Sen sustukça içimde isyanlar, çığlıklar Gece avutmuyor gönlüm unutmuyor Dokunduğum hiç bir ten senin gibi kokmuyor Koyamadım kimseyi yerine sen gibi Sevemedim kimseyi içimdeki sen gibi "

Bir erken yılbaşı partisine gittim.Liseyi birlikte okuduğumuz iki arkadaşımız okul arkadaşlığıyla yetinmeyip evlenmişti.İşte evlenip barklanınca insan böyle partiler verip arkadaşlarını ağırlayabiliyor.Çorbada tuzumuz bulunsun hesabı evsahibemizden bize iş bölümü yapmasını istedik.Alışveriş listesini paylaştırdı ve benim şansıma meyve sularıyla tonik düştü.Hay bin kunduz!Birayı şarabı viskiyi biliyorum , zaten yılbaşı geldi diye bütün marketler bunları nerdeyse kapının dışına çıkaracaklar , alkol departmanı direk kasaların dibinde.Ama bu tonik denen kıl içecek beni çok uğraştırdı.Sorduğum reyon görevlileri bile beni yanıtlarken birbirlerine girdi.Neyse, zoru başardım ve gelişmiş sorumluluk duygum sayesinde doldurdum poşetleri vardım parti ortamına.Ortam , Ataşehir'de zevkle döşenmiş bir ev.Ev sahibi arkadaşlar dehşet ikramlar hazırlamış , süper cd'ler çaldılar bize bir yandan.Ortaokulda spor salonunda yapılan sömestre partilerinde çalan şarkılar bile vardı.Davetliler de -kendim için demiyorum - çok eğlenceli tiplerdi.Çoğunluğu nerdeyse 100 yıldır tanıdığım insanlardı.Fakat çok garip tesadüfler oldu.Mesela bir arkadaşın eşiyle ötekinin kız arkadaşı ilkokul arkadaşı çıktı.Ya da ne bileyim yine bizim lise tayfasından iki arkadaş nerdeyse 2 yıldır bitişik apartmanlarda oturduklarını keşfettiler.Güzel parti oldu lafın kısası.Resimleri görmek isterseniz , yerini biliyorsunuz.

Yılsonu demek fişleri ayırmak ve şapkayı önüne koyup farkındalığını yükseltmek demek.Farkettim ki ençok Nişantaşı All Sports'a gitmişim ve oraya verilen parayı acımadan yazıyorum.Farkettim ki yıllardır aynı kuaföre gidiyorum , adam bana hiç de özel muamele çekmiyor.Farkettim ki biz balkonda tavuk beslesek epey kalkınacağız.Nerdeyse her market alışverişinde yumurta var.

Nostalji olsun diye yurtiçi yurtdışı birkaç arkadaşıma yılbaşı tebrik kartı attım.Atamadıklarımı da burdan kutlayayım.Hepimiz için gülümseyerek hatırlanacak bir yıl diliyorum arkadaşlar.Daha sağlıklı beslenip , daha çok spor yapabileceğimiz, kendimize ve sevdiklerimize ve de hobilerimize vakit ayırabileceğimiz bir yıl olsun.Güzel sürprizler olsun , aşk olsun , bol şans olsun.Herkese gönlüne göre seyahat olsun.İşlerimiz tıkırında keyfimiz gıcır olsun...

07 Aralık 2006

EbruG'dan durum raporu

Cumartesi akşamı Ortaköy House Cafe'ye gittik.Sabah 9'da girip akşam 8'de çıkılmış bir eğitim sonrasında topuklu ayakkabıların üzerinde artık yorgunluktan titreyen bacaklarımız, uçmuş makyajımız, sönmüş saçlarımızla elimizdeki düşürerek ve sağa sola çarparak şahane bir giriş yaptık.Aslında bizi nasıl uygun gördüler ortama anlamış değilim.Rezervasyonsuz almıyoruz gibi klasik bir püskürtmeye hazırlıklıydım itiraf edeyim.Ben ısmarladığım pizzayı açıkçası yumulacak kadar çok sevmedim.Ucundan kıyısından tırtıklayarak yedim.Fakat nedir bu memleketimin genç kızlarının baş döndürücü güzelliği böyle yaw.Maximum 16 yaşındaki kızların ciltlerinin tazeliğini ve parlaklığını mı diyeyim size , boylarının uzunluğunu mu, incecik oluşlarını mı, saçların omuzlara dökülüşünü mü...O daracık kot pantolonların altındaki taşlı tuşlu biblo gibi ayakkabıları mı...Ellerinde taşıdıkları birbirinden havalı çantaları mı...Alımlı yürüyüşlerini , uzakta bizim göremediğimiz biryerlere kilitlenmiş buğulu gözlerini mi...Yani, erkek olsam bunalıma girerdim.Kime aşık olacağımı şaşırırdım.

Başlamışken gittigim ikinci mekandan da bahsedeyim.Çarşamba akşamı çok eski ve tatlı bir grup arkadaşımla Yeniköy Vagabondos'da buluştuk.Yıllar önce gitmiştim en son.Hem şık hem rahat bir yer. Üzerine düzgün bir gömlek giyip işe çaktırmadan kotla gitmek gibi birşey.Buraya o yukarıda bahsettiğim çıtır kızlar gelmiyor.Kel, gözlüklü beyler ve iş çıkışı, fularlı hanımlar çoğunluktaydı.

Bugün öğlen yemeği için gittiğimiz kebapçıda cenaze marşı çalıyordu.

Kenzo-Flower çok güzel.Boyner'e girersem mutlaka "deniyorum".

Rahmi Koç Müzesi'ne gitmek istiyorum.Da Vinci'nin makinaları var.

Çantamda taşıdıklarım:bere-eldiven-şemsiye-parfüm-2 ruj-ajanda-kalem-cüzdan-bozuk para cüzdanı-kağıt mendil-normal cüzdan-tiyatro broşürleri-anahtar-cep telefonu

Kapanışı güzel yapalım.Metin Altıok'dan:"Gel iki uysal kıyı olalım seninle.Bir hırçın ırmak aksın aramızda köpüre köpüre"....."Sen aklıma düşünce bir rüzgar duyarım dolar içime.Ve göğsümde bir pencere hızla çarpar"