26 Mart 2010

Refleks nedir? Nedir refleks?

Refleks istem dışı bir harekettir ve düşünme sürecinden önce oluşur. Vücudumuzun dışarıdan gelen bir uyarıda ani ve hızlı bir hareketle tepki göstermesine refleks denir.
• doğuştan gelen refleks (iğne batan elin çekilmesi, göz kapağının kırpılması..)
• sonradan kazanılan refleks (Araba sürme, limon görüldüğünde ağzın sulanması..)
Eski sevgiliyle yıllar sonra karşılaşıldığında kuyruğu dik tutma refleksi de böyledir. Saniyenin onda biri kadar bir sürede dışarıdan gelen bu uyarıya düşünmeden ölçüp tartmadan refleks yaparız. ( ben refleks yaptım, veya ben refleks gördüm?)
Geçen gün Beyoğlu’ndaydım. Kandırık bir güneşin varlığına inanıp tiril giyinen gençler dışarıda üşüdükçe o kitapçı senin bu pasaj benim takılıyorlardı. Bense uyku tulumunu andıran kocaman paltomun içinde atkı ve beremin de eşliğinde mutlu mesut yürüyordum.
Atlas pasajına girdim. Cami hocasını andıran berem hala kafamdaydı.Merdivenleri indikten sonraki sağdaki ilk dükkanın önünden geçerken bir ses duydum daha doğrusu bir gülüş. Aynı anda kalbim sanki ağzıma geldi. Başımı çevirip bakamadım çünkü boynumu kımıldatamıyordum. Beynimin dört işlemden sorumlu bölümü iyi durumdaydı ,hemen bir çıkarma işlemi yaptı ve bu gülüşü en son 9 sene önde duymuş olabilecegimi söyledi.Yürümeye devam ettim ama zavallı beynimin gördüğümü algılama departmanı çok iyi durumda değildi. Bir süre sonra ( tahminen 3-5 saniye) bir vitrin camında kendimi gördüm ve çok şükür ben olduğumu anladım. Görüntümü tarif ediyorum: O tuhaf şapka yok edilmiş, saçlar paltonun dışına çıkarılmış, dudaklar ıslatılmıştı ve elimde cep telefonum vardı. Heran birini arayabilirim veya birileri tarafından aranabilirim mesajını çok net verebiliyordum.İşte refleks budur.Hatıra defterinin eski bir yaprağıyla karşılaştığında “iyi değil çok iyiyim ben” hissi uyandırma refleksi. Ohooo o ezik duygusal kız yok artık, bak ortamlarda fink atıyorum, gördüğün gibi telefonum da hep elimde . Meşgulüm yani, yoğun bir gündemle geçiyor günlerim.Böyle düşünsün istedim.Beni gördüğünde 9 yıldır ne büyük bir kayıp içinde olduğunu anlasın. Doğrusunu isterseniz kalbim boğazımda atıyordu ve çevremdeki herkes sanki içinde bulunduğum ruh halini biliyor gibiydi. O sesi duymamın üzerinden olsa olsa 40 saniye gecmisti. Aynı dukkanın önünden bu sefer içeriye bakarak gectim. Kendisine nasıl bir “aaa merhaba” diyecegime karar verememistim. Eski arkadaş gibi mi, eski yakın bir arkadaş gibi mi, zoraki selam verir gibi mi, samimi mi, soğuk mu, imalı mı, düşmanca mı, hesap sorar gibi mi... Dükkanda jöleli saçlı tezgahtar çocuktan başkası yoktu. Belki hiç olmamıştı. Belki de jöleli çocuk telefonda konuşurken “o ses”i çıkarmıştı.

17 Mart 2010

Çengelköy'deki küçük kız

Pazar günü farklı birsey yapmak istedim. Beşiktaş- Nişantaşı-Taksim hadi bazen Kanyon hattından bir çıkayım dedim.Daha doğrusu karşıma Beykoz’a giden ve arka koltuk cam kenarı boş olan bir dolmuş çıktı. Ben de “neden olmasın” dedim. Dolmuş şöförünün de marifetiyle Altunizade’den Beykoz’a kadar hoplaya zıplaya bir yolculuk yaptım. Beykoz’dan da bu sefer otobuse binip ayni guzergahi geri donerken Çengelköy’de indim.
Çengelköy Anadolu yakasının Ortaköy’ü diyebilir miyiz? Anadolu yakasını Bağdat Caddesi’nden ibaret sanan biri olarak sorduğumu göz ardı etmeyin lütfen. Çınaraltı denilen bir yere gittim Çengelköy’de. Elinde simit dolu torbalarla insanların oraya aktığını görünce katıldım ben de bu kervana.Vay anam vay! Bu ne kalabalık.Genci ,yaşlısı, evlisi, çocuklusu, ağlayanı, zırlayanı, topuklu ayakkabı makyajlısı, eşofmanlısı, tıkınanı, gazete okuyanı...herkes ama herkes orda.Bir çay daha söylemek gibi yüce bir amaç uğruna garsonun biriyle göz göze gelebilmek için çırpınıyorlar. O garsonlar da o kalabalığın içinde kimseyle göz göze gelmemeyi başararak bir oraya bir buraya fişek gibi dolanıyorlar.

Şimdi, tüm hengamenin ortasında 7-8 yaşlarında pembeli membeli böyle çilekli gofret gibi bir kız çocuğu düşünün. Bu kız, ayakta, ellerini havaya kaldırmış, kendince bir sey yapiyor. Dans gibi, tiyatro gibi. Mimikler, kendi kendine konusmalar, balerinler gibi tek ayağının üzerinde dönmeler vs. Ve kimse icin bu ilginc bir durum degil. Ne de olsa çocuk. İsterse yere yatsın, en fazla “ne rahat anneler var” der geçeriz heralde. İşte bu çocukların bu özgürlüğünü çok feci kıskanıyorum yaw. Büyükler öğrendikleri adabı muaşeret kuralları çerçevesinde oturup kalkarken bu küçüklere sınırsız saçmalama özgürlüğü. Oh ne ala.

Şu pembe kızın yaptığının yarısını yapsam , dansetmeyi filan bırak, iki kolumu havaya kaldırıp ayakta öyle dursam ve aynı anda da kendi kendime konussam neler olur acaba. Eger oraya bir arkadaşımla veya ailemle gitmişsem, onların yüzünün alacağı şekli düşünemiyorum. Garsonlardan ikisi gelip, “hanfendi napiyorsunuz, müşteriler rahatsız oluyor” der , hatta iteleyerek ordan uzaklaştırır.Patron da camın arkasından elinin tersiyle “gönder – gönder” der.Bayağı bir mevzu olur. O gün orda bulunanlar ertesi günü işe gittiklerinde anlatırlar. “yazık, üstü başı da temiz düzgündü der, kulaklarını çekiştirip tahtaya üç kere vururlar”

30 sene önce eteğimi kafama geçirip dolaşsam birşey olmazdı. Bu hareketi şimdi yapmak gibi dayanılmaz bir arzu içinde olduğum düşünülmesin lütfen.Fakat böyle olacağını o zamanlar bilseydim karşılaştığım hoşgörünün tadını daha çok çıkarırdım. Malesef artık çocuklar daha çabuk büyüyorlar, daha çabuk uyanıyorlar o güzelim saçmalama dünyasından. İçine büyük insan kaçmış gibi oluyorlar .

12 Mart 2010

Mucize

Bir mucize oldu ve buraya ait sifremi hatirladim. Yillardan sonra merhaba.

Sanki ben uzun bir sure biryerlerde kapaliymisim veya cok uzaktaymisim orda teknoloji yokmus veya kafama bisey dusmus "ben kimim burasi neresi" diyerek uyanmisim.

Gunde 8 saat telefonda oldugum icin belki iletisimin a.q. tepkisi yapmis olabilirim. Konusmama hakkimi kullanmak istiyorumdur belki. Cunku isim geregi konusmaktan hic hoslanmadigim insanlarla beni zerre kadar ilgilendirmeyen konular uzerinde nefes tuketmekten cene yormaktan harap ve bitap dustukten sonra susmak ve hic bir sey yapmadan bos bos bakinmak terapi gibi geliyor.

Halbuki konusmak guzeldir.Birsey soylersin karsindakinin gozu parlar, kahkahayi koyverir. Ya da oyle bisey dersin ki yuzunun rengi degisir, omuzlari duser. Bazilari bi konusursa cok kisinin cani yanar. Bir yerde bi masada bir evet dersin, biri ayagina basar, hayatin degisir. Coluk cocuga karisirsin. Konusmak guzeldir. Ama tabi tek basina yaparsan bir sure sonra eglenceli olmaktan cikar. Bazen dinleyicin var sanirsin ama tutar sana oyle bisey sorarki son 20 dakikadir karsinda patates cuvali gibi oturdugunu anlarsin.Bosuna dememisler soz gumusse sukut altindir diye.Konusmak iyidir ama adam gibi dinlemek de az sey degildir yani. Agzi olan konusur nihayetinde ama her kulagi olan dinler mi? Hayir ,cunku kulak duyar. Dinlemek icin kafa lazim:)

Konusmanin 3 hali vardir. Kati - sivi- gaz. Yapilamayan, ertelenen konusmalar icine oturur, kalbinin ustunde kocaman bir tasla gezersin. Bazi konusmalar dudaktan direk kalbe akar. Icini isitir, damarlarini atesler. Bi de laf olsun bosluk dolsun diye havaya cok dusunmeden savurdugumuz kelimeler olur.

Iyi bir konusmaci ne zaman susacagini da bilmelidir. En kisa zamanda yeniden gorusmek uzere simdilik allaha ismarladik.