08 Kasım 2012

Prag

18 Ekim. Prag'a varış.Serin ve yağmursuz bir gün.
Prag'ı herhangi bir metro, otobüs vesaireye binmeden dolaşabiliyorsunuz.. Ben sadece iki kere taksiye bindim.Biri salaklıktan biri şımarıklıktan.
Çok güzel, çok sevimli bir şehir Prag.Turla gezmeye, yurtdışında çevremde Türkçe bir uğultu duymaya alışık  olmadığım için o kısım bana biraz değişik geldi.
Geleneksel Çek mutfağıyla hiç işim olmayacağı için parayı bastırıp İtalyan, Uzakdoğu, Belçika yemekleriyle günümü gün ettim.
Hediyelik alışverişini her zamanki gibi yine abarttım.
Son gün (Pazar) üşüyüp bir kiliseye girdim ve Pazar ayinine katıldım.Papazın önünde diz çöküp ağzıma verilen krakeri ( özel bir adı var mıdır bilemedim, saygısızlık etmek istemem) yedim. Yanyana oturup aynı sırayı paylaştığım insanlarla (bütün cemaatin yaptığı gibi) el sıkışıp kiliseden ayrıldım.Allah kabul etsin artık.
Karlovy Vary zarif, Charles Köprüsü güzel, kıvrıla kıvrıla giden dar sokaklar ve masal kitaplarını anımsatan kuleler ise oldukça romantik...Prag mutlaka görülmesi gereken bir yer.Ama  ağaçların giyindiği sarıları, yeşilleri, turuncuları  anlatacak kelime bulamıyorum.Sonbahar ve Prag sözlükte birbirlerinin karşısına yazılacak kadar birbirine yakışıyor.

28 Eylül 2012

arkadaş arıyorum arkadaş

Geçenlerde canım bir hafta boyunca midye dolma çekti. Bazen elmalı tarçınlı kurabiye düşüyor aklıma.Birkaç gün sayıklıyorum. Dün akşam ise  “arkadaş”  çekti.

27 Eylül 2012

English man in New York

Yabancı dilde bir seviye vardir : “anlıyorum da konuşamıyorum”  
İnsan kendi anadilinde de bu durumda olabiliyor.

21 Eylül 2012

you can run but you can't hide

Birkaç haftadır beynimin bir köşesinde ziv ziv ziv durmaksızın dönen bir sıkıntı var.Hiç rahat bırakmıyor namussuz.Beyne hükmetmek diye bir olay varsa da ben yapamıyorum demek ki, zira düşünmek istemediğim şeyi düşünürken buluyorum kendimi yine ve yine.Siyah bir mürekkep gibi ince ince sızı sızı yayılıyor kalbime, boğazımı düğümlüyor.Ne saçma! Düşünceden kaçılır mı ? Elektrondan hızlı koşabilir misin?Ortada bir taktik hatası var, çok belli.

10 Eylül 2012

Soğan

soğan doğramadığın halde ağlıyorsan, harekete geçme vakti gelmiş demektir...

12 Ağustos 2012

pazar

Acik bufe kahvaltinin  onundeki yuzunde yastik izi ayaginda parmak arasi terlik olan yanmamis yerli turist gibi oluyorum pazar gunleri.Tabagimi  peynirle doldurmayayim, daha kizartmalara gelmedim bile.
Hem gazete hem kitap  okuyayim. Internete gireyim, resimleri yukleyeyim, olimpiyat da seyredeyim, yazi da yazayim, kesin oglen uykusu yapayim.Yuzume maske yapayim, dolabimi toplayayim...
Aaaa saat kac olmus yaw.Bitti bu haftasonu da...

25 Temmuz 2012

neden

Neden bazı insanlara laf anlatmak bu kadar zor? Sanki aramızda cam var da ben boşa konuşuyor gibiyim.

18 Temmuz 2012

ninni

uyusam...ve uyandığımda mutsuz olmasam...uykunun derin karanlığında boğulsa tüm sıkıntılar...

22 Haziran 2012

bundan sanırım 2 sene önce sanki kafama birşey düşmüş gibi  , böyle bir anda içimde bir sıkıntıyla uyanmıştım bir sabah.yaşın kırk olmadan ne yapmak istediğine karar ver  ve harekete geç, çünkü seni iyi tanırım demiştim kendime , şimdiden böylesin, o zaman iyice teslim olursun sahip olduğun düzene. o düzen seni senin rızan olmadan düzmekte olsa da...
daha kırk olmadım ama çok yaklaştım, yarın 39 olucam. bezginliğimin, tembelliğimin ve beni benden alan korkaklığımın eseri olarak bu sığ sularda takılmaktayım. değişen bir şey yok. nasıl değişecekti ki?2 sene önce kafama düşen her neyse beni hiç de kendime getirmemişti. birkaç gün birkaç hafta  rahatsız edici soru işaretlerini  taşıdım omuzlarımda , ama sonra bir hareket görmeyince onlar da gitti.

ama ne oldu bliyor musunuz , birkaç hafta önce kafama daha büyük bişey düştü. üzerinde  "kabullen" yazan eşşek kadar bir taşın altında kaldım ben. Kabullen. sen ortalamasın.öyle ahım şahım bir yeteneğin yok. bu hayatı kabullen. bununla barış. buna sahip çık. bununla mutlu olmayı öğren.
düzenli geliri olan keyifsiz bir iş, arada kafanı boşaltmana yarayacak bir blog . mis. bunu sev ve bununla dalga geçmeyi bırak.senin içinde farklı birşeyler olsaydı, örneğin yazı yazmayı  söylediğin kadar çok seviyor olsaydın  , televizyonun karşısında bitki gibi oturup saatlerce dizi seyrettigin akşamlarda bununla ilgili birşeyler yapardın.
yazdıklarına bir bak, hayattaki duruşuna bir bak, yabancı birinin gözleriyle bak bi. boş yere hayal kurma çünkü onların peşinden koşacak göt yok sende. bunu da seni üzmek değil uyandırmak için söylüyorum.

uyan, 10 dakika sonra otuz dokuz yaşında olacaksın :)

06 Haziran 2012

"o telefonu alır, senin ağzına tıkarım"

Dün akşam minibüste yanımdaki hatunun telefon görüşmesini aktarmak istiyorum. Benim yanimdakine “Bizimki” telefonun öbür ucundakine “Karşıdaki” diyelim. Bizimki’ni kafanızda canlandırın diye tarif edeyim biraz: Uzun röfleli saçını at kuyruk yapmış, büyük güneş gözlükleri var, renkli dar bir kot pantolon giyiyor. Minibüs çok kalabalık, ayakkabılarını göremedim. Dolgu topuktur diye tahmin ediyorum. “Karşıdaki”nin ne dediğini duymayacağız, ama “Bizimki”nin verdiği cevaplardan tahmin etmekte zorlanmayacağız. Karşıdaki :...... Bizimki : valla üzüldüm dersem yalan olur canım. Hatta mutlu oldum diyebilirim. Karşıdaki :...... Bizimki : yakışmıyordunuz çünkü. Karşıdaki :...... Bizimki : ama ben sana taa en başta ne demiştim? Hatırlıyosun di mi? Karşıdaki :...... Bizimki : kaç yılın heba oldu?kaç? 3 mü? Karşıdaki :...... Bizimki : geçen Pazar aileleri tanıştırdık, haftaya istemeye gelecekler. Aysonuna doğru nişan olucak.Ya bak aklıma geldi, sizde erkek gömleği var mıydı? Karşıdaki :......(intihar edeceğime katil mi olsam diye düşünüyordur heralde) Bizimki : saol canim, evet çok mutluyum. Karşıdaki :.......

22 Mayıs 2012

Şiştim

Size çok yakın birini düşünün : eşiniz, anneniz , kardeşiniz veya çocuğunuz kadar yakın birini. Size sizi çıldırtacak birşey söylemiş olsun. Onunla aynı fikirde olmanız mümkün değil, yani siz o olsanız öyle yapmazsınız. O saçma sapan fikrini beyan ettiği anda daha cümlesine nokta koymadan siz de kendi nacizane fikrinizi pat diye söyleyebilirsiniz. Ama tabi o an kibar ve ölçülü olmaya özen göstermezsiniz. Çünkü karşınızdaki çok yakınınızdır, onunla konuşurken lafları eğip bükmeye gerek yok diye düşünürsünüz . İşte böyle durumlar hep benim problem yaratan bir kişilik olduğum söylenerek sonuçlandı. Halbuki iki düşün bir söyle, söz gümüşse sükut altındır. Bu sözler kimbilir hangi kırıklardan çıkıklardan sonra kabul gördü. Bu Pazar yine buna benzer bir şey olmak üzereyken nasıl olduysa ağzıma geleni hemen söylemedim. O çok yakınım “bence” kendini çok gereksiz bir yükün, yorgunluğun ve stresin altına sokmak üzereydi. Sonrasında o yorgunluğu ve stresi de bize yansitacagindan emindim. Bence o işin daha pratik bir yolu da vardi ama o yöntemi kendisi yakışıksız ve yetersiz bulurdu. Ben de “aman yine gir o kadar yükün altına, sana madalya mı takacaklar sanıyorsun, kendine hic mi acımıyorsun, bak onlar seni hic dusunuyor mu” filan gibi provakatif laflar etmektense yutkundum ve sesimi yumusatarak soyle dedim: “Sen bilirsin, sen nasıl olsa etraflıca düşünmüşsündür.Böylesi içine sinecekse böyle yap." Doğrusu bu mu ki? Gerçek fikrimi söyleyememiş oldum.Söyleyemediklerim atılamayan toksinler gibi biryerlerimde birikiyor sanki.

22 Nisan 2012

yavaş yavaş

Cumartesi günü Van Gogh - Alive'a gittim.Çok etkileyiciydi. Ben ilk defa bir sergi gezerken ağlayasım geldi. Karanlık, müzik ve bazıları tokat etkisinde metinler içimde birşeyleri depreştirdi.Tüylerim diken diken oldu.Çok isterim tüm arkadaşlarım görsün, yaşasın bunu.
İstanbul Modern'in kafesi ne kadar pahalı degil mi?Sergiye gelmeden önce arkadaşımla uzun ve güzel bir kahvaltı yapmıştık, o yuzden sadece kahve ve soda içerek Boğaz aşığı bayanın aşkını tazeledik. Öğle yemeğini Nişantaşı Mama'da yedik. (başka yerde Mama var miydi ki?)Tiramisu başarılı.Allahım neden böyle deli gibi yiyorum ben?Neden diğer kızlar gibi salatayla yetinmiyorum.Sonra da pişman oluyorum, sadece bir kere giydiğim o eteğe bir daha sığamayacağımı düşünüyorum. Akşam TV8'de bir ödül töreni seyrettim.Antalya'daki o çok havalı bilmemne palas otelinde yapılıyordu.Gelen kadınlar kırmızı halıya uygun hazırlanmıştı ( evet, abartan da vardı ama madem özel bir gece, özenmiş diyelim)Fakat erkeklerin çoğu bütün gün Antalya'da gezdikleri kıyafetlerle katıldılar geceye.Hakkını yemeyeyim, düzgün olanlar da vardı, ama azdı.Sunucular felaketti.Nerdeyse koca sahnede birbirleriyle çarpışacaklardı.Kadın olan işi şirinliğe vurmaya çalışıyordu ama ikide bir "merci" diyordu.Biraz daha dikkat yahu.Bebek'te valeden arabanı almıyorsun, kelli felli adamların karşısında sunuculuk yapıyorsun.Öteki dersen - erkek olan- diyecek birşey bulamadıkça "aynen öyle" diyerek dolgu yapıyordu.Ayyynen öyle. Pazar günü Trump Towers'a gittim.Cillop gibi sıfır kilometre pırıl pırıl AVM.Bildiğimiz dükkanlar.Adını duyup da denemek istediğim bir restauranta gittim ve sanki dün o öküzlüğü yapan ben degilmişim gibi yemeği yine abarttım.Hem yemek hem tatlı yedim.Üstelik merak ettiğim restaurantın pahalı olduğunu da bizzat tespit etmiş oldum. Trump Towers'da bir limonataya o parayı verip sonra Şişli'de Koton'un ve Herry'nin outlet mağazalarında eşelenmek nasıl bir mantık? Anlayan bana da anlatsın.Güzel olan :eve kadar yürüdüm. Efendim, bu yazının başlığı neden yavaş yavaş? Şöyle söyleyeyim; uzunca bir süredir bu blogu açtıkça değil yazı yazmak , koşarak uzaklaşmak hissi hasıl oluyordu.Yavaş yavaş toparliycaz inşallah :)

12 Nisan 2012

itiraf ve son

Kendime haksızlık etmeyeyim, aslında başladığım her işi böyle yarım bırakmam.Daha doğrusu çoğu işi gözümde büyütüp baştan bulaşmam.
Eteğini terziye kısaltmaya bir türlü götüremediğim elbise de , dişçiye gidememek de buna örnek.Aşağıdaki yarım kalmış hikaye de benim yüzkaram olsun.Napiym arkadaşlar toparlayamiyorum.
Baştan öyle bir dallanıp budaklandi ki konu, hikaye artik öyle iki arada bir derede yazılabilecek bir şey olmaktan çıktı.Paris'te olsam yazabilirdim belki ;)
İşin kötüsü bu hikaye yarım kaldi diye , başka şeyler de yazamiyorum. First in first out. Hikaye bitmeden sokağa çıkmak yok.Arkandan ağlar.
O yüzden ben izninizle bugün bu itirafi yapayim, ben bu işi kıvıramayacağım diyeyim, hikayenin devamini çok merak eden yüzlerce okuyucumu da kendi hayal güçleriyle başbaşa bırakayım.Size iyi gunler.

"Sabah güneşinin pervasızca aydınlattığı dağınık odaya son kez göz gezdirdim.Aron'un cansiz bedeni narin boynunu sımsıkı saran Gucci kemere tezat bembeyazdı.Tuncer'in çirkin elleri mi okşamıştı bu güzel saçları?Ve ne zaman başlamışlardı beni birlikte söğüşlemeye?"