26 Ağustos 2013

Erdek 2

Erdek günlüklerine devam... Oteldeki bir aileden bahsetmek istiyorum. Üç kişiler.Yani tabi daha geniş bir ailedirler belki ama burdaki kadro bu şekilde.Ailemizi tanıyacak olursak;çocuk 25-30 yaşlarında.Orhan Pamuk'un gençlik resimlerini gördünüz mü hiç?Hah işte, onun şortlu,terlikli, ayaklarını sürüye sürüye gezen modeli.Anne baba altmışlarının başında.Baba kendi halinde.Tenis kortu büyüklüğünde ve bomboş kahvaltı salonunda gelip dibimdeki masaya yerleşti, o derece sıkıcı bir tür.Anne uzun yıllar çalışmış ve bu esnada kaşlarının arasına o derin çizgiyi yerleştirmiş gibi.Bir de bu aileyle ilgili genel hissiyatım şu yönde:Bu kişiler geçtiğimiz senelerde Kemer, Bodrum gibi bir yerlerde ultra herşey dahilli tatiller yapmışlar.Bu sene hasbelkader Erdek'teler.Bu sebeple Erdek Agrigento Otel'in verdiği açık büfe kahvaltıdaki üç çeşit peynire, iki çeşit zeytine coşkuyla yumulanlara bıyık altından "mmeeeh" diyorlar. Sabahları Orhan ve annesi açık büfenin başında belirince tekrarlanan dialoglar aşağı yukarı aynı. "Şundan da al, bundan da al, sana menemen getireyim mi, tereyağ yesene..." Anne başka bir yöne bakarken Orhan tabağına bir şey alacak olursa da, taa çay makinasının ordan sesleniyor.Güya şefkatli ve komik bir sesle "oğluuuum, ne yiyorsun?" Orhan bezgin mi mıymıntı mı bilinmez yanıtlıyor."Kahvaltı." Çocukta bir zeka geriliği, gelişim bozukluğu mu var ki acaba diye bile düşündüm.Ama baktım havlusunu alıp tek başına plaja gitmesine izin verdi ana kraliçe.Bu arada kraliçenin kocasıyla iletişimi minimum seviyede.Oğlunu kanatlarının altına almış, gerisini boşvermiş.Bu dışlanmışlık da adamı zerre mutsuz etmiyor.Biri yürüyüşteyken öteki kahvaltıda.Sanki çakışmamaya özen gösteriliyor. Var böyle aileler.Bostan korkuluğu babalar, oğluna aşık anneler.Hala kendilerini sahnenin ortasına konumlayan, azıcık geride durmayı akıl edemeyen veya kabul edemeyen orta yaşlılar.Başrolü kendi oğlu bile olsa bir başkaına kaptırmak, hayattaki forsunu kaybetmek, silahını ve rozetini teslim etmek anlamına mı geliyor? Yaşlanmak ve ölüme yaklaşma düşüncesi mi validelerin mantık penceresini kapatıyor?Ölüm korkusuyla mı anneler oğullarının boynuna asılıyor yoksa?

19 Ağustos 2013

Erdek

Dikkat:okuyacağınız yazı tamamen günlük tutma amaçlıdır. 19 Ağustos Pazartesi günü Erdek'de yazılmıştır. 09:13 Sabah 7'de yürüyüşe çıktım. Sahilde yürüdüm ve fotoğraf çektim. Otele dönüp kahvaltı yaptım. Odama çıkıp kendi kendime pehlivanlar gibi yağlandım. Sabah 9'da güneş, deniz, havuz mesaime başlıyorum. Akşam ve sabah açık büfelerinden aldığım yaş ve kuru meyvelerle öğleyi geçiştirip çok yeme pişmanlığımı bertaraf etmeye çalışacağım. Odadaki buz dolabına da bir büyük su attım. Küçük şişeye bölüp bölüp yanıma alıyorum. Cost accounting. 17:41 Denize sıfır salaş bir mekandayım. Yan masada teyzeler çay içiyor. Ben elimde kitabım biramı bekliyorum. Çantamdaki bademleri kemiriyorum bir yandan. 18:17 Bütün gün rüzgar, deniz ve güneşle boşalan kafa bir biraya teslim. 19:48 Kendimi bir filmin içinde gibi hissediyorum. Bu hayat gerçek olamaz diye. Garip bir nostalji yaşıyorum. Yirmi sene önce annemlerle buraya geldiğimiz zamanlardaki yaşlarımızda aileler görüyorum. İki çocuklu anne babalar. Anneler etli butlu ama akşamları kendi çapında süslü. Çocuklar kırmızı burunlu, her daim hareketli. Plaj şemsiyesi taşıyan babalar ise terlikli ve komik şapkalı.

04 Ağustos 2013

Yalnızlık Senfonisi

Dulum... Eşimi kaybedeli birkaç hafta oldu. Onun gittiği günden beri kimse yüzüme bakmıyor. Yavaş yavaş hayatın dışına itiliyorum. Dahası, sırf rahmetliye birazcık benziyor diye hiç tanımadığım bir başka çorapla beni yakıştırabiliyorlar. Hayatımın geri kalanında bot içine giyecekler beni, veya gece yatmadan evvel çatlak ayak topuklarını kremleyen Mediha hanım, çarşaflarını korumak maksadıyla benden faydalanacak. Anneannem tek kaldığında daha yepyeniymiş. Pembe beyaz atmaya kıyılmaz bir güzellikteymiş. O zamanın insanları da daha vefalıymış. İçini pamukla doldurup evin küçük kızına bebek yapmışlar rahmetliyi. Babamlar ise sobalı bir evdeymişler. Ev sahibinin küçük, kapaklı bir gaz yağı kutusu varmış. Eskimiş veya tek kalmış çorapları ikiye üçe böler, gaz yağına batırır, sabahları sobayı tutuşturmak için kullanırmış. Neyse ki onların sonu korktukları gibi cehennem ateşi olmamış. Aslında tam olarak ne olduğunu da bilen yok. Misafirliğe gelirken yolda ayakkabıları su alan eski komşularına vermişler bizimkileri. Bir daha da haber alınamamış. Tek bilinen, komşuların Beşiktaş'ta kaloriferli bir apartmanda kapıcı oldukları. Bana ne olacak bilmiyorum. Çekmecenin diplerine ilerlemeyi başarırsam, fazla göz önünde olmazsam hayatta kalabilirim. Tabi buna yaşamak denirse. Ama gelecekten umutluyum. Gün gelecek çoraplar da tek satılacak. Bir zamanlar bikiniler de sadece takım satılırdı, ama artık tek alt da alınabiliyor. Evlilikler kısa sürüyor, kafelerde yalnız oturanların sayısı artıyor. Bazı siyasetçiler beğenmese de 1+1 evler peynir ekmek gibi satıyor. Hayat hızla tekilleşiyor. Böyle devam ederse insanlar yakında iyice tuhaflaşır. Bunalıma girince kendini alışverişe veren insanoğlu, satın alması en kolay ve zevkli nesneye, çoraba yönelecektir. İsteyen tek isteyen çift alacaktır. Tek olma fikri bana bile birkaç hafta öncesinde olduğu kadar korkunç gelmiyor.Dul bir çorap olarak size son sözlerim şunlar olabilir: Sizi başka biriyle tanımlamalarına, sınırlamalarına izin vermeyin. Siz siz olun. Haa bir de, renklilerle beyazları karıştırmayın, yumuşatıcı kullanın. Sevgilerime.